Empatinin sınırları ve “mağdura” sallanan parmaklar: Siz kimsiniz?

Yayınlama: 11.02.2024
A+
A-

“Benim hayatımı yargılamadan önce benim ayakkabılarımı giy ve benim geçtiğim yollardan, sokaklardan geç. Benim takıldığım taşlara takıl, yeniden ayağa kalk ve aynı yolu tekrar git benim gittiğim gibi… Ancak o zaman beni yargılayabilirsin.”

Bir Kızılderili atasına ait olan bu söz, aslında empati kurabilmenin de belirli bir sınırının olabileceğini anlatıyor bana. Çünkü empati, Dil Derneği’nin tanımına göre ‘bireyin kendini başkalarının yerine koyabilme yetisi, özdeşleyim’ olarak tarifleniyor. Kendini birinin yerine koyabilmek, onu anlayabilmekten geçiyor. Peki birinin acısını anlayabilmek mümkün mü? Eğer o acının benzerini bizzat kendin yaşadıysan bence mümkün. Kendin yaşamasan bile sık sık tekrar eden ortak bir tecrübeyse, bir noktaya kadar empati kurabilmek de mümkün. Söz gelimi evladını kaybeden bir annenin acısını, evlat acısı yaşayan bir anne anlayabilir. Evladını kaybetmeyenler ise, ‘evlat kaybetmek’ olgusunun binlerce yıldır sık sık tekrar eden ve böylelikle ortak hafızamızda oluşan tanımından faydalanarak bizzat anlamasa bile ortalama bir çıkarımda bulunabilir. 

Peki bizim pek de anlayamayacağımız türden bir acının ve öfkenin dışavurumunda ne yapmalıyız? Ben bu noktada sesimizi kesip, sözün sahibine bırakılması gerektiğini düşünenlerdenim. Ve 6 Şubat tam da bizim susup, bu acıyı yaşayanların konuşması gerektiği bir gündem. Çünkü bu acıyı, öfkeyi, çaresizliği, yalnızlığı ve tanımlamaya dilimizin dönmediği hisleri ‘biz’ değil, ‘onlar’ yaşadı. Bundan sonrası, o acıyı bizzat yaşamayan biz ve yaşayanlar olarak onlar arasında ince bir çizgiyle ayrılacak. Hatta ve hatta yukarıdaki örnek üzerinden gidersek bu ‘biz’in içerisine daha öncesinde evlat acısı yaşayanlar bile dahil olacak. Çünkü daha önce hiç evladımızla moloz yığınları altında kalmadık. Her geçen dakika nefesinin yavaş yavaş bitmeye başladığını duymadık. Kokmaya başlayan cesediyle günlerce bir enkaz yığınında bulunmadık. Enkazın dışına sarkmış elini tutmadık. Aynı anda hem bu kadar kurtarmaya yakın hem de uzak olmadık. “Bari cenazesini bulsaydım” diyerek kaybını aramadık. Hepsini ayrı ayrı ve tek tek yaşadık belki ama, bütününü aynı anda yaşamadık. Bunu ancak o acıyı yaşayanlar anlar, biz yaşamadık.

Hal böyle olunca empatimiz de bir yere kadar oldu. O yüzden de mayıs seçimlerinde depremin yıktığı kentlerde AKP’nin aldığı oy oranlarıyla öfkelendik ve ‘akıllanmamışlar’ dedik. Tıpkı Erdoğan’ın Hatay’da yaptığı konuşmada ‘bizden olmayana yardım yok’ demesi gibi, biz de bizden olmayana ‘yaptığım yardımlar haram olsun’ dedik. Erdoğan’la aradaki tek fark, O’nun yardımı hiç yapmaması, bizim ise yapmış bulunmamızdı. O’na oy vereceklerini bilsek, biz de yardım etmezdik. Bir daha da etmeyiz değil mi?

Dayanışma kültüründen uzak olarak yapılan her paylaşım, yardıma ‘muhtaç’ olan kişinin, yardım eden muktedire sürekli şükranlarını sunması ve onun takdirini kazanmasının beklentisini doğuruyor. Depremde yapılan ‘yardımlar’ da tam olarak böyleydi. “Sen şu an açlıktan ölüp, soğuktan donarken, ben ki gönlü bol yüce ahlaklı bir yardımsever olarak gönlümden kopan şu konserveyi ve artık giymediğim kıyafetimi gönderiyorum. Bu yüzden benim dediğime oy verecek, benim izin verdiğim kadarıyla protesto edecek, benim sınırlarımda gezineceksin ki, ben de sana ve yaşadığın trajik olaya acımaya devam edeyim.” O acıyı tam olarak anlayamadığımız gibi, acının ardından ne yapmaları gerektiğine de biz karar verdik.

Evet; insanlar soğuktan donarken çadır sattılar, ekip ve yardım göndermediler, askeri sahaya sürmediler, insanların bağıra bağıra ölmesine izin verdiler, sahayı koordine edemediler, yetmedi çıkıp depremzedeye azar çektiler. Ses çıkardılar diye Erdoğan’dan, oy verdiler diye bizden azar yediler. Oysa biz, ‘o kadar enkaz altında kaldınız, artık oy vermezsiniz’ diye düşünmüştük. Politik olarak AKP’ye oy verilmesini eleştirmek yerine, ‘gönderdiğim yardımlar gözünüze, dizinize dursun’ diyerek tepeden had bildirdik. Halbuki en çok onlar gördü bile isteye ölüme terk edildiklerini, iş makinelerinin kasten bekletildiğini, ekiplerin gönderilmediğini. Seçim kararlarının, onlara kocaman bir yalnızlık olarak geri döndüğüne her gün yeniden iman ettiler. Hep bir ağızdan söyledik, iktidar enkazların ve acıların üzerinde tepindi. Bu yüzden sözlerim kötülük iktidarına ve onun değirmenine su taşıyanlara değil, onlar için sivri sinek saz. Sözlerim, Hatay’ı şahsi meselesi gören, orayı yeniden kurma iradesini taşıyıp da en ufak bir yanlışlarında parmak sallayanlara.

Depremin üzerinden 1 ay geçtikten sonra biz normal hayatımıza, onlar çadır ya da 21 metrekarelik konteynerlerine döndü. Biz, önümüze es kaza bölgeden videolar gelince tekrar hatırladık, onlar yaslarıyla baş başa kaldı. Biz, Cumhurbaşkanı adayının kim olacağını merakla bekledik, onlar kayıplarını arayıp enkazlardan cenazelerinin çıkmalarını bekledi. Seçim sonuçları geldi, gözleri tekrar oraya çevirdik, sonuçları beğenmedik, ‘değmezmiş’ dedik, ertesi gün yolumuza devam ettik. Onlar, su kuyruklarında bekledi, harabeye dönmüş şehirlerinde toz toprağın içinde, bir zamanlar ailelerinin, dostlarının, akrabalarının seslerinin yankılandığı caddeleri sessiz adımlarla geçti.

Sonra depremin 1. yılı geldi, yasınızı bağırarak değil, sessizce tutun dedik. Fahrettin neyse de Lütfü’ye ses etmeyin dedik.

Önümüzde yerel seçimler var, bir kez daha oralara kulak kabartacağız. Muhtemeldir ki sonuçları beğenmeyip, bi’ posta daha azar çekeceğiz.

Şimdi dönüp şu soruyu soralım. Siz kimsiniz ki, böyle bir acıyı yaşamış insanların ne yapması gerektiğine karar veriyorsunuz?

Siz kimsiniz ki, o geceyi anlatırken ‘kıyameti yaşadık’ diyen insanlara, yaşadıkları şeyi anlatma cüretini kendinizde görüyorsunuz?

Siz kimsiniz ki, depremzedenin AKP’ye oy vermesini eleştiriyorsunuz?

Siz kimsiniz ki, Hataylının Lütfü Savaş’ı, Özgür Özel’i, Fahrettin Koca’yı protesto etmesi hakkında ahkam kesiyorsunuz?

Siz kimsiniz ki, Lütfü’yü protesto edenlere bir avuç marjinal diyorsunuz?

Depremzedelerin size namus borcu mu var?

Unutmayacaklar, affetmeyecekler, helalleşmeyecekler. Ve kimlerle helalleşmeyeceklerine kendileri karar verecekler. Biz de acısına ortak olamadığımız insanlara akıl vermeyeceğiz.

Yazarın Son Yazıları