Gece karanlıktan korkarsan

Yayınlama: 08.03.2024
A+
A-

Alice: “Buradan gitmek için bana hangi yolu izlemem gerektiğini söyler misin?”

Cheshire Kedisi: “Nereye gitmek istediğine bağlı bu.”

Alice: “Neresi olduğunun önemi yok!”

Cheshire Kedisi: “O zaman hangi yol olduğunun da bir önemi yok.”

Alice: “Sonunda herhangi bir yere varsın da.”

Cheshire Kedisi: “Elbette varacaksın. Eğer yeterince uzun yürürsen.”

Bu diyalog, Alice Harikalar Diyarında kitabında yer alan ve benim de en sevdiğim yolculuk nasihatlerinin başında geliyor. Konfor alanını terk ederek bir tavşan deliğinden harikalar diyarına yol alan Alice, yeni keşfettiği bu diyarda bir yol ayrımına geldiğinde, ağacın tepesinde nargile içen tırtıla hangi yola gitmesi gerektiğini sorduğunda zannımca edebiyat tarihinin en nadide diyolaglarından biri gerçekleşir.

***

Yürümek eylemini a noktasından b noktasına varış olarak değerlendirmek, bu eylemin teorisini bir ayağını çukurda bırakır. Elbette yürümek bir başlangıç ve varış noktasını içinde barındırsa da doğanın diyalektiği gereği her varış da yeni bir başlangıç, dolayısıyla yürünecek yeni bir yol anlamına gelir. Varıştan ziyade başlangıç kısmı bu yazının temel konusu. Çünkü kervanı yolda düzme sözlerinin esas meselesi, yola çıkmaya cüret etmekle alakalıdır.

Yürümek, pek çoğumuzun tahmin edeceği üzere bir konfor alanını terk etmektir. Yani denge bozumunu bazen zorla bazen de hiçbir baskı altında kalmadan kabul etmektir. İnsanın iki ayağı üzerinde durabilen bir canlı olduğunu hatırladığımız anda, atılan her adımın da kontrollü bir biçimde dengeyi bozmak olduğunu kavrayabiliriz.

Dolayısıyla yürümek, Gibi dizisinde yer aldığı şekliyle, ‘Yürümek öyle çok da matah bi’ şey değil Ozan.. İşte al bak İlkkan abin yürüyo.. Naptı? Yürüye yürüye gitti köle oldu. ’ cümleleriyle açıklanacak kadar sığ bir eylem biçimi de değil. Yürüye yürüye köle olmak insanlığın değil, hayali bir karakter olan İlkkan’ın yazgısı. Bunu, yürümeyi bilmeyen ya da yürüdüğü yolu ısrarla çıkmaz sokaklara çıkarmaya çalışanların hezeyanı olarak bir kenara bırakalım. Çünkü bu yazı, ‘biz yürürüz, yol olur’ diyenlerin inadıyla alakalı.

Yürümeyi kutsal buluyorum çünkü; hem fiil olarak hem de mental bir aktivite olarak yürümek, yolun nereye çıkacağını bilmesen de nereye çıkmasını istediğini bildiğin bir yolculuğu başlatan anahtar adımdır ve ütopyalar her zaman güzeldir.

Günün anlam ve önemine geldiğimizde de odağımıza alacağımız en önemli kelimeyi yukarıda da bahsettiğim nedenlerle yürümek olarak görüyorum. Çünkü kadınlar yıllardır yürüyor. Sadece Türkiye’de değil, bütün kara parçalarında, Afrika dahil. Kendileri için, anneleri için, kızları için, kardeşleri için, kızkardeşleri için…

Böyle gündemlerde çokça hoşuma giden şu hikayeye dönüp bakarım:

1901 – 1978 yılları arasında yaşamış olan ABD’li antropolog Margaret Mead’e derste bir öğrencisi “Uygarlığın ilk işareti nedir?” diye soruyor. Bu soruya yanıt olarak çok fazla cevap verilebilir. Avlanmakta kullanılan keskinleştirilmiş bir taş, kilden yapılmış bir çanak bir çömlek… Onun cevabı ise oldukça farklı: “Kırılıp iyileşmiş uyluk kemiği”

Arkeolojik araştırmalarda rastladıkları bu şekilde kırıldıktan sonra iyileştiğini tespit ettikleri bir kemik ona göre uygarlığı başlatmıştı.

Gerekçesini de söylemiş elbette: “Kalçayı dize bağlayan vücuttaki en büyük kemiktir bu. Modern tıbbın faydalarının olmadığı toplumlarda kırık bir uyluk kemiğinin iyileşmesi yaklaşık altı hafta dinlenmeyi gerektirir. Doğada hiçbir insan bu kırık kemiği iyileşene kadar hayatta kalamaz; iyileşmiş kemik demek birisi o insanın bacağını sarmış onu güvenli bir yere taşımış, onunla birlikte kalmak için zaman ayırmış, ona bakmış demektir. İyileşmiş bir uyluk kemiği bir kişinin kendi hayatını kurtarmak için onu terk etmek yerine bir insana yardım ettiğini gösterir” Ayrıca şunu da ifade ediyor: “Zor bir dönemde başka birine yardım etmek, medeniyetin ilk belirtisidir ”

Kadın mücadelesi tıpkı burada anlatılan gibi yıllardır kırılmış uyluk kemiklerini özenle, gayretle, dirençle iyileştirmekte ısrar ediyor. Kadın mücadelesi, eğer bir medeniyet varsa bunu omzundaki bir sürü yüke rağmen sırtlayarak yürüyor.

Bugün erkeklerinden ve erkekliklerinden arınmış binlerce kadın sokaklarda her yıl olduğu gibi, “karanlıktan korkarsan, bu kenti ateşe veririz” diyerek yürüyecek. Biz bileceğiz ki ne olursa olsun her mahallenin karanlığında elinde fenerle birileri yolları sadece kendileri için değil, kozasından çıkan bütün kelebekler için aydınlatacak. Bütün kara parçalarında, bizim mahalle de dahil…