Diktatörü deviren maçtan sarı kart korkusuna

Yayınlama: 06.12.2022
A+
A-

“Futbol sadece futbol değildir” sözü, 22 kişinin bir topun peşinde koştuğu bu spor için en çok kullanılan tanımlamaların kuşkusuz başında geliyor. Bunda bir haklılık payı olmalı ki dünyanın en başarılı kulüpleri arasında yer alan Barcelona, şu sloganı kendine düstur edinir: ‘Més que un club’ yani ‘bir kulüpten daha fazlası’

***

Futbolu, sadece futbol olmaktan çıkaran çok fazla örnek saymak mümkün, ancak bu sporun toplumsal bir mesele hattına çekilmesini açıklayan basit bir örnekle konuyu net bir şekilde anlatmak işimizi kolaylaştırır. “3F” formülü… Formülün asıl mimarı Portekiz diktatörü Salazar olsa da yazının devamında zat-ı şahanelerinden daha rahat bahsedebilmek adına oklarımızı İspanya diktatörü Franco’ya çevirelim… Açılımı ‘fado-fiesta-futbol’yani ‘müzik-eğlence-futbol’ olan bu basit formül, Francisco Franco’nun İç Savaş sonrası İspanya’yı 36 yıl boyunca diktatörlükle yönetebilmesinin anahtar kavramıydı. Formülün içerisinde yer alan futbol kelimesi öylesine kıymetli bir şeyi temsil ediyor olmalı ki, kendisine o kadar soruna rağmen ülkeyi nasıl yönettiğini soranlara, “Onları yüz binlik beşiklerde uyutuyorum” diyebilmiştir Franco.

Francisco Franco, Real Madrid’in stadı Santiago Bernabeu’da

Franco’nun bu yüz binlik beşiklerinde oynanan her bir El Clasico (Barcelona-Real Madrid derbisi) basit bir futbol müsabakasının ötesinde, 90 dakika süren iç savaş maratonuna dönüştü. Elbette bunu tetikleyen şey Katalan ekibinin Cumhuriyetçiler’in mabedi olan şehrin takımı, Real Madrid’in ise Kraliyet’i temsil eden başkent takımı olmasıyla alakalıydı.

1943 yılında Kral Kupası’ndaki El Clasico tam da böyle bir politik zeminde oynanacaktı. Savaşın yenilgisinin hıncıyla stadyumları mabet haline getiren Franco karşıtlarına karşı, futbolu bir afyon haline getirmiş Franco kozlarını paylaşıyordu. Nitekim ilk maçı 3-0 kazanan Barcelona, ikinci maçta generallerin tehditleri sonrası tarihin en büyük yenilgilerinden biri olan 11-1’lık skorla sahadan ayrılıp kupaya veda etti.

Real Madrid kupayı Franco’nun önünde kaldırıyor

Franco’nun Barcelona ile olan mücadelesi sadece saha içinde değil, saha dışında da devam edecekti. 1952 yılında dönemin en iyi futbolcularından Di Stefano’yu transfer etmek isteyen Barcelona, Real Madrid’in fair-play dışı hareketi sonrası eli boş dönecekti. Bir Katalan ekibinin böylesine önemli bir futbolcuyu transfer etmesi, Real Madrid tarafından uygun görülmemişti. Di Stefano’ya göz koyan Real Madrid istediğini alır ve anlaşmazlıklar sonucu ünlü futbolcu imzayı başkent ekibine atar. En nihayetinde Real Madrid, Franco’nun imtiyazlı kulübüdür. Ligde, Avrupa’da ve uluslararası turnuvalarda fırtına gibi esen Madrid, bütün dünyayı gezerken artık rejimin gezgin elçisi konumundadır. Eduardo Galeano’nun ‘Gölgede ve Güneşte Futbol’kitabındaki anlatımına göre rejimin yöneticilerinden José Salis, Madridli oyunculara minnettarlığını şu sözlerle ifade eder: “Daha önce bizden nefret edenler, sizin sayenizde şimdi bizi anlıyorlar.”

(Solda) Francisco Franco, yakın dostu Santiago Bernabeu ile

***

Tarihler 1973’ü gösterdiğinde hem Barcelona hem de Franco için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Halkı ‘3F’ ile yüz bin kişilik beşiklerde uyutan Franco’nun sonu da Katalanlar’ın kabulüne göre yeşil sahalarda gelecektir.

İspanya’da tersine esecek rüzgarın adı, Johan Cruyff’tur.

Döneminin en iyi futbolcularından olan ve Fransız dergisi France Football’a göre tüm zamanların en iyi üçüncü futbolcusu olarak gösterilen Cruyff, takımı Ajax’ın kendisini Real Madrid’e satmak istemesine rağmen 1973 yılında bütün risklere karşı Barcelona’ya transfer olur. O tarihlerde şampiyon konumundaki Madrid’e değil de ligi alt sıralarda bitiren Barcelona’ya gidişinin sebebi, Franco’yla bağlantılı bir takımda olmak istememesidir. Transferini bir meydan okuma olarak tanımlayan Cruyff’a göre de Barcelona bir kulüpten daha fazlasıydı.

Franco’yu devirecek olan maça gelecek olursak…

Yıl 1974’tür. Cruyff’un transfer olduğu sezon adını Franco’nun yakın dostu ve kulübün eski başkanından alan Madrid’in kalesi Santiago Bernabeu’da tarihi bir maç oynanır. Tribünlerde İspanya’nın El Caudillo’su (Önder) Franco da maçı izlemektedir. Cruyff önderliğindeki Katalan ekibi Bernabeu’dan 5-0’lık tarihi bir zaferle ayrılır. Bu skoru tarihi yapan şey gol miktarı değil, Madrid filelerini bulan meşin yuvarlağın Franco diktatörlüğünün kalesinde yankılanmasıydı. Cruyff’un güzel oyunu ve bir golle süslediği maçta Franco rahatsızlanır ve süren rahatsızlığı nedeniyle maçın ertesi yılı hayatını kaybeder. Katalanlara göre Franco’nun sonunu getiren Cruyff’tur, generalin ölümünden önce tabutuna bu maçta 5 çivi çakılmıştır ve bu dünya yıldızı onlar tarafından artık ‘El Salvador’ (Kurtarıcı) olarak anılacaktır.

Tarihi maçın ertesi günü bir gazete manşeti: Sansasyonel! Madrid’de hiç bu

kadar yankı uyandıran zafer olmamıştı

Franco’yu deviren bu maç ya da Cruyff mudur bilinmez. Ancak diktatörle olan savaşını yeşil sahalarda sürdüren ve yasaklanan dilini ancak stadyumlarda konuşabilen Katalanlar için tarihi böyle yorumlamak daha anlamlı olacaktır.

***

Tarihin en kanlı ve futboldan ziyade turnuva öncesi insan haklarıyla gündeme gelen Dünya Kupası’nda maçlar hala oynanmakta. Şampiyon kim olur onu hep birlikte göreceğiz. Yukarıda uzun uzadıya anlattığımız hikayeyi bağlayacağımız noktaya gelelim biz.

Dünya Kupası’na ev sahipliği yapan Katar’ın LGBTİ+ karşıtı yasaları ve turnuva öncesinde de bu konu hakkındaki keskin tavırları nedeniyle Avrupa’da yedi federasyon durumu protesto amaçlı üzerinde ‘One Love’ (Tek Aşk) yazılı pazubantlarla maçlara çıkma kararı almıştı. Ancak cevval federasyonları bu karardan vazgeçiremeyen FIFA, çareyi pazubantları takan takım kaptanlarına maç başlamadan sarı kart göstermekte buldu. FIFA’nın bu kararı sonrası başı dik federasyonlar, ‘R’ yaparak aldıkları karardan vazgeçtiler.

Almanya Milli Takımı’nın 2022 Dünya Kupası’ndaki protestosu

Açıkça ifade etmekte fayda var. Ne maç öncesi protesto amaçlı ağzını kapatan Almanya Milli Takımı’nın yaptığını ne de eğer yapılsaydı pazubant kararını müthiş politik tavırlar olarak ele almamak gerek.  Siyasi söylemlerde ‘moda’ya ayak uyduran, dostlar pazarda görsün diyerek etliye sütlüye karışmadan yukarıdan söylemlerle ‘iş benden çıktı’ pozisyonunu alan, politik doğruculukla esen rüzgara kapılan ‘medeni’ Avrupa’dan açıkça dik ve tutarlı bir tavır beklentisi olmadı, olmamalıydı. İfade özgürlüğünü protesto amacıyla ağzını kapatan Alman Milli Takımı’nın bu yöntemi, kendi ülkelerindeki manşetlerde yer alan ifadelere göre “Çenemizi kapalı tutuyoruz” tavrına çok daha yakındı. Tavır görmek isteyen varsa, ülkelerinde haftalardır devam eden protestolara destek amacıyla ağır sonuçlarını bile bile milli marşı okumayan İran Milli Takımı’na bakabilir. Ağızlarını kapatmadan ayan beyan marş okumayı reddeden bu futbolcular sadece kendilerinin değil, ailelerinin de hayatlarını ortaya koyma cüretini gösterebildiler.

Bu noktada aynı zamanda Cruyff’un hikayesine bakmak gerekiyor. Maça sarı kartla çıkmayı göze alamayan, 15 bin işçinin cesedi üzerine inşa edilen stadyumlarda oynayan dünya yıldızlarına karşı, koskoca bir diktatörlüğe meydan okuyan futbol efsanesi… Bir ihtimalin daha olduğunun canlı örneği… Cruyff’un meşhur sözüyle noktayı koyalım: “Eğer kazanamıyorsan, kaybetmeyeceksin.”