Neo-liberal bir fantezi olarak erken emeklilik

Yayınlama: 08.07.2023
A+
A-

Bugünün dünyasında çalışma hayatının başlarında olan birisine “65’li yaşında kendini nerede görüyorsun” diye sormuş olsak, alacağımız cevap muhtemelen “emekli olup Ege’de bir sahil kasabasına yerleşip, sabahları balık tutup akşamları tuttuğum balıkları rakı eşliğinde yiyor olacağım” tadında bir cevap olmayacaktır. Babalarımızın ya da dedelerimizin bu soruya benzer bir cevap vermesi mümkünken, günümüzde çalışma hayatının içerisinde olanların benzer bir cevap vermesi, maalesef pek mümkün görünmüyor.

Barış Kalkanlı

Ortalama yaşam süresinin artmasına, dijitalleşmeyle beraber bazı eski iş alanlarının yerini yeni çalışma alanlarının almasına ve esnek çalışma biçimlerinin yaygınlaşmasına bağlı olarak, çalışma hayatına dönük bir dizi hızlı değişim yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Bahsi geçen gelişmeler, bildiğimiz anlamda emeklilik sistemini de temelinden etkiliyor. Tüm dünyada hükümetler, emeklilik yaşını yükseltme eğilimindeyken bu durum, bildiğimiz anlamda emeklilik sisteminin sonuna mı geldik tartışmalarını beraberinde getiriyor. Neo-liberal politikaların doğası gereği emeklilik sistemi de, eğitim ve sağlık gibi piyasanın vahşi pençelerine terk ediliyor.

Dünyada solun, sosyal devletin yokluğunda gemiyi azıya alan neo-liberalizm, emeğin haklarını her geçen gün tırpanlamaya devam ederken, dünyanın her yerinde emeklilik yaşını yukarıya çekerek emeğinden başka satacak bir şeyi olmayan kitlelere mezarda emeklilik dayatıyor. Buna karşı olarak ise bir süredir yeni bir sistem içi ütopya anlatısı inşa edilmeye başlanmış durumda. Türkiye’de daha çok temettü emekliliği adı altında karşımıza çıkan bu yaklaşım, dünya genelinde finansal bağımsızlık ve erken emeklilik anlamına gelen FIRE (Financial Independence Retire Early) olarak adlandırılıyor.

Finansal bağımsızlık dedikleri, çalışma hayatının getirdiği uzun ve esnek çalışma saatlerinden, yorucu ve stresli çalışma ortamından, devamlı olarak işveren ve yönetici takibi altında olmaktan ve mobbinge maruz kalmaktan bıkan beyaz yakalıların, orta vadede yapacakları bir dizi finansal yatırım aracılığıyla çemberin dışına çıkabilme hayalini aslında. 20’li yaşların ikinci yarısında iş hayatına başlayan bir bireyin, eğer yeterli bir iç disiplinle parasını sosyalleşmek, yeni yerler görmek, yeni deneyimler yaşamak için harcamak yerine, temel yaşamsal ihtiyacını karşıladıktan sonra, kalan parasının önemli bir yüzdesini uygun bir yatırım kanalında ya da kanallarında değerlendirmesi ve hayatını bir keşiş gibi yaşaması durumunda, o nefret ederek gittiği işinden 40 yaşında kurtulabilmesi mümkün. Böylelikle dünyanın pek çok yerinde, 65 yaş sonrası üç kuruş parayla geçinmek zorunda olan emeklilerle aynı kaderi paylaşmayacak, hala sağlığınız ve fiziksel kuvvetiniz yerindeyken, bol bol boş zamana ve parasal kaynağa sahip olacaksanız. En azından iddia bu yönde.

Bu arada bu anlatı öyle merdiven altı Telegram gruplarında, internet sitelerinde yapılıyor sanmayın. Forbes, The Economist gibi dergiler uzun uzun, çalışma hayatının başlarında maksimum gelir elde edip minimum harcama yaparak yatırım yapma yolları, ek gelir elde edebilecek işler bulma gibi başlıklarda makaleler yayınlıyor. Artık çalışma hayatının yazılı olmayan bir kuralı haline gelmiş olan uzun ve esnek çalışma ile çalışanların 24 saati ipotek altına alındığı yetmiyor gibi, kalan zamanı da kendi emekliliklerini kendileri inşaa etmek için gönüllü olarak harcamaları isteniyor. Tabi dişinizden tırnağınızdan artırarak yaptığınız bu yatırımların, hükümetlerin aldığı kararlarla, değişen piyasa ve dünya koşullarıyla, ya da kapitalizme içkin olan krizlerle her an tepe taklak olması mümkün. Yeni piyasa koşulları, çok sayıda insanı başarı şansının az olduğunu bile bile korkunç riskler almaya zorluyor.

Günümüz “altta kalanın canı çıksın” kapitalizminden can havliyle kaçmanın yollarını arayanlar, aslında bu tarz uzun erimli pasif gelir elde etme umutlarıyla küresel ölçekli Çiftlik Bank’ların ağına düşmüş oluyor. Bu tarz girişimlerin temelini, sosyal devlet politikalarının yokluğunda bireylerin güvende olmaması ya da kendini güvende hissetmemesi oluşturuyor. Bennet Harrison’ın “sermayenin sabırsızlığı” diyerek ifade ettiği, kısa sürede yüksek getiri elde etme eğilimi, artık piramidin en altındakilere doğru yayılmaya devam ediyor. Her gün nefret ederek gittiği işinden bir an evvel kurtulmak için sistem içi rüyaların peşine düşen pek çok kişi, hayatını, en verimli yıllarını, kendilerince ulaşılabilir olduğunu düşündükleri bir hedefin peşinde koşarken harcıyor. Gerçekte olan şey ise, her geçen gün ağırlaşan çalışma ve sömürü koşullarından kaçma arayışında olan beyaz yakalının, hayattan keyif alabilmek için sahip olduğu kısıtlı zaman ve parasal kaynağı da, kendi rızası ile büyük kapitalist şirketleri fonlamak için kullanmasından başka bir şey değil.

Kapitalizm, burjuva ideolojisini üretmekte her zorluk çektiğinde, odak noktasını sistemin kalbinden çekip çevreye serpiştirme konusunda pek marifetli. Sorunun adı bazen burnout sendromu, Pazartesi sendromu, bazen sessiz istifa oluyor. Eğer bu tarz dertlerden muzdaripsen, muhtemelen 12 seanslık indirimli terapi paketi reklamı da çoktan önüne düşmüştür zaten. Sorunun kaynağı sistemden uzaklaştırılınca, hem çözüm diye sunulan reçeteler sorunun asıl kaynağı olan kapitalist sistemden uzaklaşmış oluyor, hem de bireyi tüm sınıf içi dayanışma ve örgütlülük mekanizmalarından da uzak tutmuş oluyor. Sorumluluğu sistemin sırtından alıp bireyin omuzlarına yükleyen burjuva anlatı, devamlı yeni bir sistem içi ütopya ortaya atıyor. Uzun yıllar çalışmanın ne kadar erdemli bir şey olduğunu ve “konfor alanından çıkanların” sistemde ayrıcalık bir konuma ulaşacağını vadeden hakim anlatı, artık bu söylemi satamaz hale geldiğinde, bu defa çok çalışıp bir dizi finansal hamle yaparak nasıl bir an önce nasıl çalışmak zorunda kalma mağduriyetinden kurtulacağın hikayesini yazmaya başlıyor. Ve bu böyle devam edip gidiyor.

Yukarıda kısaca ifade edilen sorunun sac ayaklarından biri de sosyalizmin ayakları üzerinde duran, işçilerin daha çok boş zamana sahip olma ütopyasının, burjuvazi tarafından baş aşağı edilmesi. Sosyalizme yönelik en yaygın propagandalardan biri olan “sosyalizmin tembel bireyler yaratacağı” söyleminin yerine, sistem içerisinde tembellik yapabilme hakkına en kısa yoldan ulaşabilmenin alternatifleri geçmiş vaziyette. Sosyalist bir toplum düzeninde boş zamana erişim, bireyin toplumsal emek süreçlerinin bir parçası olmasının bir sonucuyken, burjuva ütopyada, piyasaya mümkün olan maksimum haracı vererek kısmen asalaklaşma olarak tezahür ediyor. Tam da bu noktada sosyalist fikriyatın, bireysel özgürlük alanının genişlemesi için toplumsal özgürlük alanının genişlemesi gerekliliğini yeniden bilince çıkarması, burjuvazi tarafından çalınan ütopyasına sahip çıkması gerekiyor.

Günümüzde çaresizlik içerisinde o umuttan bu umuda savrulan geniş emekçi yığınlar için sahte umutların yerine, gerçekçi ve ulaşılabilir sosyal politikaların inşa edilmesi, kamusal haklar olan barınma, sağlık, eğitim, emeklilik gibi hakların piyasada alınıp satılabilen bir meta olmaktan çıkarılmasını temel alan bir programın, ikna edici bir biçimde siyaset sahnesinde yerini alması elzem. Aksi durumda kapitalizm, piyasaya arz ettiği hayallerin talebini de, yine kendisi yaratarak hem çalıyor hem söylüyor. Küresel ölçekte güçsüzleşen ve güvencesizleşen işçi sınıfı ise, sınıf olarak kendisi için daha iyi olanı isteme cesareti gösteremediği için, yalan da olsa sistem içi bireysel fantezilerin peşine düşüyor. Bu anlamda aslında 21. yüzyılda işçi sınıfı, bugün yoksun olduğu boş zamana sahip olabilme hedefini ve programını küresel ölçekte arıyor. Tarih sosyalistleri, burjuvazi tarafından çalınıp tahrip edilmiş ütopyalarını geri almak ve ete kemiğe büründürmek için tüm dünyada sahneye çağırıyor.

Yazarın Son Yazıları