Bursa’yı yönetenlerin kafası karışık: İklim mi krizi?

Yayınlama: 30.11.2022
A+
A-

Evliya Çelebi Bursa için “Bursa demek, sudan ibaret bir sözdür” der notlarında. 2060 çeşmesi olduğunu, çeşmelerin kaynağının Keşiş Dağı olduğunu söyler. Yeşilliğinden dem vurur…

Yakın tarihe tanıklık etmiş “eskiler” “Yeşil Bursa” diye bir seraptan bahsederler. Belki haklıdırlar ama gözün görmediğine beyin ikna olmuyor…

***

Hafta sonu DOĞADER Başkanı Sedat Güler ve Bursa Barosu Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu Başkanı Eralp Atabek ile su şehrinin sularını görmek için Keşiş Dağı’nın yolunu tuttuk. Bursa’nın içme suyunun karşılandığı Nilüfer ve Doğancı barajlarını herkes bilir. Barajın kenarında durduk, bir de ne görelim? Su yok… Nilüfer Barajı’nda, geniş bir düzlük, normalde su olması gerekiyor ama yok. Tabii bunun nedenleri var ve ortaya çıkan sonuç bugüne has değil.

Türkiye’nin en büyük otomotiv sanayisi Bursa’dadır. Kent her yıl binlerce göç alır. Nüfus giderek artıyor haliyle. Nüfus artışı demek daha fazla su tüketimi anlamına geliyor. Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, vatandaşa tasarruf çağrısı yapıyor. Bu ‘samimi’ çağrıya lütfen kulak verin! Tasarruf çağrısının alt metni, su kullanımındaki sorumluluğun vatandaşa tayini anlamı taşıyor. Fakat o iş öyle değil.

Bursa’da barajlarda biriken suyun toplamının yüzde 20’sini Bursalılar kullanıyor. Geri kalanı sanayiye ait. Tasarruf yapılacaksa önce bir tişört için 750 litre, bir araba için 3 ton su tüketen sanayi önden buyurmalı. Bursa’nın 70 günlük suyu kalmış, tablo oldukça vahim.

Neredeyse her yıl işitmeye başladığımız bir cümle, “şu kadar suyumuz kaldı” cümlesi. Irmakları, dereleri gürül gürül akan bir memleketin kaderi yağacak yağmura, kara kalmış görünüyor.

***

Son yıllarda iklim krizi konuşulur olmaya başladı. Nasıl konuşulmasın, aşırı iklim olaylarındaki artış arşa uzanıyor. Türkiye’de 2011 yılında 324 aşırı iklim olayı yaşanmış. 2021’e gelindiğinde aşırı iklim olaylarındaki artış ne kadar artmıştır dersiniz? Bir düşünün…

Muhtemelen 1024 aşırı iklim olayının olduğunu düşünmediniz. Fakat bu veriler Meteoroloji Genel Müdürlüğü’ne ait. Yani işkembeden atmıyorum. Burayı biraz daha açalım, anımsamak faydalı olur. Son yıllarda “50 yılın yağmuru”, “95 yılın sıcağı” gibi haberleri pek çok kez görmüş ya da okumuş olmalısınız. Sonrasında da şu telkini duymuş olmalısınız: “Tasarruf yapın”, “suyu az kullanın”, “çöplerinizi geri dönüşüme atın”. Burada belki bir yanlışlık olmasa da büyük bir eksiklik var!

Düşünün, aynı anda hem kanser olduğunuzu hem de grip olduğunuzu öğreniyorsunuz. Hangi hastalığın tedavisi için ilk olarak hastanenin yolunu tutarsınız? Sanırım o panikle herkes ilk olarak kansere deva arayacaktır. Peki ama iklim krizinin giderek derinleştiği atmosferde neden ‘kanseri’ hiç işitmiyoruz. Sürekli gribe dikkat çekiliyor. Saçma değil mi? Shell ve OPEC’in kutuplarda kaynar sularla buzulları eritip petrol aradığını daha önce duyan oldu mu? Ya da buna dair bir belgesel çekildiğini gören oldu mu? Ancak pipetin dönüşümünü muhakkak görmüş ya da benzer hikayeleri anlatan haberleri okumuşsunuzdur. İklim kriziyle mücadelede sorumluluk tayini sıradan vatandaşa yükleniyor. Yapılan tasarruf telkinlerinin samimi ve inandırıcı olmayışı tam da bu yüzdendir. Durması, durdurulması gereken hasarın büyüğüne yol açanlardır. Bu noktada bir gerçek kendini gösteriyor elbette: Sermaye çıkarları.

***

Dünya yok oluşa doğru hızla giderken, konuşulanların birer senaryo olmadığını kavramak gerekiyor. Susuzluk, sağlıklı gıdaya erişim, barınma sorunları göç hareketleriyle düğümlenince, buzulların erimesi ilkel zoonotik hastalıkların yeniden hortlamasına neden olacak. Nüfus artışını da göz önünde bulundurursak izdüşüm kitlesel ölümlerin kaçınılmaz olduğunu gösteriyor.

 

***

Dünya Bankası karbon salınımın aynı seyirde devam etmesi halinde 2050 yılına kadar 1,2 milyar insanın göç etmek zorunda kalacağını bildiriyor. Yani daha az yağmur yağacak ya da hiç yağmayacak. Yağarsa da önüne neyi katarsa taşarak yok edecek. Tarım yapılamayacak, aşırı ısınmayla birlikte yaşanacak kuraklık toprağı verimsizleştirecek. Bugün dost meclisi sohbetlerinizde köye dönme rüyaları imkansızlaşacak. Çünkü dönecek bir köy olmayacak.

 

Tartışmanın bu tarafı epey uzun ve soluklu. Biz en iyisi Bursa’ya geri dönelim. Biliyorsunuz Türkiye, Paris İklim Anlaşması’na taraf olarak bir hamle yaptı ve bakanlık isminde değişikliğe giderek Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği makyajını yaptı. İklim krizine karşı planlamaların buna mukabil olmasını bekliyorsanız daha çok beklersiniz! Bursa Büyükşehir Belediyesi 2019 Şehir Planlaması’nda “Ev uçlu iş yolculukları” başlığında 2018 yılında yüzde 29 olan özel araç oranının 2035 yılında yüzde 38’e yükseleceğini tahmin ediyor. Yüzde 23 olan toplu taşıma oranını ise 2035 yılında yüzde 19’a düşürmeyi planlıyor. Bu ne demek? Trafikteki araç sayısının artmasına bağlı, yeni yapılacak yollarla asfaltın da artması demek. Yani daha fazla karbon salınımı, daha fazla kirlilik demek. Benzer oranlar “ev uçlu diğer yolculuklar” kısmında da tezahür ediyor. 2018 yılında yüzde 24 olan özel araç oranı 2035 yılında yüzde 32’ye çıkacak. Toplu taşıma ise yüzde 26’dan yüzde 18’e düşecek. Bursa’nın 7 ilçesinde 2018 yılında toplam 413 bin olan otomobil sayısı, 2035 yılında 837 bine yükselecek. Bu, daha fazla fosil yakıt tüketimi anlamına geliyor.

Kent içi ulaşımın yayalaşması ya da yeşil dönüşümü mümkün mü? Pekala mümkün. Ancak buraya dair bir niyet maalesef görünmüyor. Peki şimdi neden yağmur yağmıyor? Ya da neden yağmurun yağmasını bekliyoruz? Yağmur yağmazsa ne olacak? Bu sorulara aslında herkes cevap verebilir. Sonuçların ne olacağını, senaryoları tahmin edebiliriz. Yeşil Bursa, yaşanabilir bir Bursa için yapılması gerekenlerin başında henüz yüzde 70’i dolmamış sanayi bölgelerine yenilerini eklememek olabilir. Yasalara göre yüzde 70 doluluğa ulaşmayan sanayi bölgelerinin olduğu bir kentte, yeni sanayi bölgesi yapmak hukuka aykırı. Yasalardaki boşluklardan hareketle Türkiye’de olduğu gibi Bursa’da da yeni sanayi bölgesi planlamaları, inşaatları mevcut. Onlardan biri TEKNOSAB. Karacabey-Mudanya sınırlarını kesen bir arazide inşaatı devam eden TEKNOSAB için binlerce ağaç kesildi. Alan dümdüz edildi. Yeşilden geriye kahverengi tonlar kaldı. Ne mi olacak? TEKNOSAB faaliyete başlayınca Bursalıların, canlıların suyunu kullanacak. Nüfusu 4 milyona yaklaşan Bursa daha hızlı göç almaya başlayacak. Haliyle alt yapı sorunları baş verecek. Daha fazla nüfus, daha fazla su tüketimi, daha fazla enerji ihtiyacı, daha fazla betonlaşma demek. Bu inkar edilemez! Peki Bursa’nın buna ihtiyacı var mı?

Övünçle anlatılan ihracat oranları giderek artıyor. Doğru ama eksik. Kim zenginleşiyor? Kim sermaye biriktiriyor? Sanırım herkesin kafasında aynı ışık yandı. Bursa’nın yeni bir sanayi bölgesine ihtiyacı yok. Yok oluşun durdurulması gerekirken, şehri yönetenler yok oluşa çanak tutuyor. Bu noktada temel soru şu olmalı: Kim için ve ne için enerji? Kim için ihracat, sanayi?