Tanık olmak: Auschwitz’e bakarken

Yayınlama: 30.10.2022
A+
A-

Sosyolog Burkay Avcı, BursaTanık için “Tanık olmak” üzerine bir yazı kaleme aldı. Avcı, tanıklığı Hitler’in Auschwitz kampından örneklerle anlattı. Auschwitz kampındaki krematoryumlara ya da gaz odalarına elinde fotoğraf makinesiyle giren bir gazeteci, nasıl anlaşılmalıdır?

…Sonuçta tanıklık ancak geçmişe dair konuşmak anlamına gelmektedir. Dolayısıyla tanıklıktan bahsederken cümleye üç nokta ile başlamak dil kuralları gereği olmasa bile bahis konusu olan “tanıklık” açısından doğrudur, yine de nezaket kuraları bu hatayı affetmeyecektir; merhaba!

GAZ ODALARINA ELİNDE FOTOĞRAF MAKİNESİYLE GİREN GAZETECİ

Bursa Tanık Gazetesi’ne yazdığım ilk yazının “tanıklık” ile alakalı olmasını tercih ettim. Konuya ortadan girelim, uzatmayalım ve hemen bir soru soralım; Auschwitz kampındaki krematoryumlara ya da gaz odalarına elinde fotoğraf makinesiyle giren bir gazeteci, nasıl anlaşılmalıdır? Peki o fotoğrafları baş sayfada basan gazete? Bu soru için gazetenin ideolojisi ya da “kime hizmet ettiği” pek de önemli değildir. Soru daha ziyade “vahşete” tanık olan kişinin bunun üstesinden nasıl gelebileceği ile ilgilidir. Ancak bu bir kişiyle ilgili olsaydı konuşulmaya değer olmayacaktı. Tanıklığın nesnesinin Auschwitz olduğu unutulmamalıdır dolayısıyla bu tanıklığın insanlıkla ilgili olduğunu söylemek ve Auschwitz’i unutmamak “insan” olmanın koşuludur. Evet insan olmanın koşuludur, Agamben’den aktarırsak, modern insan Auschwitz üzerine inşa edilmiştir. Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler… Ancak bu birleşik kurumlar, konumuz açısından arizidir; kısaca şu denilebilir insanlık Auschwtz tanıklığının üstesinden bu birleşik kurumları kurarak gelmiştir. Bu kurumlar, kendi elleriyle üçüncü dünya ülkelerindeki insanlık suçları işleyen iktidarı doğrudan kurdurulmuş ya da desteklenmiştir. Son tahlilde şu söylenebilir birleşik kurumların iflasında örneklendiği gibi, “insanlık” Auschwitz’in üstesinden unutarak gelmiştir. Artık tanıklık hakkında bazı çıkarımlarda bulunabiliriz. Tanıklık, unutmanın karşıtıdır.

AUSCHWİTZ’E KİM TANIKLIK EDEBİLİR Kİ?

Bir cinayet işlediğinde fail ve kurban arasında ancak tanık vardır. Failin olayı hatırlaması ise sanırım pek bir şey ifade etmeyecektir, fail olayın hem tanığı hem de olayın kurucusudur denilebilir, dolayısıyla olay tanımlamasının içerisine iliştirilmelidir. Unutma davranışı bir suç olarak anlaşılacaksa bu ancak olayın nesnesi olmayan, gözlemcisi olan tanıkla ilişkilendirilebilir. Ancak olay Autschwitz olduğundan bildik kalıplar değişiyor, Autswitz’e kim tanıklık edebilir ki? Agamben kitabında tanıklığın Latince iki kökeninden bahseder birincisi üçüncü tarafa konumundaki “testis” diğeri ise olayı başından sonuna yaşamış olan kişi anlamındaki “superstes”-dir. Agamben devam eder, hukuk üçüncü taraf olarak tanığı kabul etmektedir ancak bu durumda, Autswitz “tanıklarının” yargıya hiçbir katkısı olmayacaktır. Ve ekler, “onu ilgilendiren tek şey (Autswitz mahkumlarını), yargıyı olanaksız kılan şeydir.” Buradan tanıklığa dair başka bir çıkarımda bulunabiliriz, tanıklık, yargının erişemeyeceği yerdedir dolayısıyla hukuku aşmaktadır.

TANIK OLMANIN UTANCI

Agamben, ‘Tanık ve Arşiv’ kitabında, kamplarda kalmış olanların hayatta kalma isteklerini anlamak ister. Auschwitz mahkumları yaşamak istemeyi, intikam almayı en çok da tanık olma isteklerini anlatırlar, Shoah filminde de benzer sesleri duyarız, “burada yaşananları anlatmak istedim, ne olursa olsun anlatacaktım”. Burada başka bir sonuca daha ulaşırız, bazı koşullarda tanık olmak yaşamakla aynı anlama gelebilir, beraberinde getirdiği utançla birlikte. Utanç, tanık olmanın utancı. Auschwitz tanıklıkları, tanık olduklarına karşın utanç duyduklarını söylemektedir. İnsan izzetine karşı yapılmış korkunçluklar karşısında utanç duymak.

Adorno Auschwitz’den sonra şiir yazmanın barbarca olduğunu buyurur. Yanlış mıdır? İnsanlar nasıl hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam edebilir, kültür nasıl olur da yürüyüşüne sürdürür? Gel gelelim insanlık teorik olandan daha aşağılık olabiliyor. Soykırım hakkında La vita è bella gibi bir film yapılabiliyor. Adorno görse bu barbarlık karşısında yeniden ölebilirdi. Ancak Paul Celan şiirini görmüş olmalı, iddiasından vazgeçmediğine eminim. Buraya kadar başta sorduğum soruya cevap bulabileceğinizi düşünmüş olabilirsiniz fakat bu sorunun cevabını bilmiyorum. Bu basitçe barbarlık ya da gerçek gazetecilik olarak da adlandırılabilir. Değil gazetecilik şiir dahi barbarlıksa ne yapılabilir, bilmiyorum. Ancak insanlığın barbarca ya da değil bugüne değin yürüyüşünü sürdürdüğünü söyleyebilirim, bugüne değin.

GAZETECİLİĞİN TANIKLIĞI

Bugün, işi tanıklık olan gazeteciliğin, “superstes” anlamında tanıklık yaptıkları pekala söylenebilir. Dayak, tutukluma, hakaret ve birçoğu, Naziler ’den kuşak farkı olan AKP tarafından devlet şiddetinin popüler halleri olarak gazetecilere uygulanmakta. Başka bir ifadeyle adı Nazi ya da AKP olsun faşizmin yaşama düşman olduğu apaçıklığıdır, tanıklığa düşman olan… Yaşamın mümkün olmadığı şu günlerde gazetecilik ancak tanıklıkla mümkün olabiliyor, unutmayan gördüğünü anlatmakla yükümlü, dayak yiyen; gördükleri karşısında utanan bir gazetecilik. Dolayısıyla tam da havuz medyanın utanmazlığına karşın gördüklerinden dolayı utanan bir gazetecilik, anlatmaktan korkmayan belki de bu sebeple yapılan bir gazetecilik. Geriye başka sorular da var ama özce sorarsak, peki ya sonra? Yalnızca yaşamaya izin verilen, bazen ona dahi izin verilmeyen insan izzetinin çiğnenmesi bakımından soykırım kamplarına benzeyen AKP Türkiye’sinden sonra bu tanıklıkla, bu utançla ne yapacağız? Bu sorunun da cevabını bilmiyorum ancak hukukun yok olduğu bugün tamda onu aşan tanıklığa ihtiyacımız var.