Şimdi biz nereye taşacağız?

Yayınlama: 29.05.2023
A+
A-

MÖ’den önce Grek kolonisi Tarentum Kralı Pirus, ne pahasına olursa olsun Roma’ya saldırmaya karar verince savaş başlar. Sonunda da savaşı kazanır ama neredeyse bir tabura yakın fil gücüyle birlikte ordudan geriye eser kalmaz. 28 Mayıs sonuçları da aslında Erdoğan’ın Pirus zaferi olarak okunabilir. Seçim kampanyasının ana stratejisi Makyavelist bir perspektifi içeren Erdoğan, (devlet) Kılıçdaroğlu karşısında oyların ‘çoğunluğunu’ alarak yeniden cumhurbaşkanı oldu. Seçim sonuçlarına bakınca Erdoğan’ın ‘bükülmez bileği’ bir kez daha tescillenmiş oldu. Peki gerçekten böyle mi oldu?

Resmi olmayan sonuçlara göre 27.7 milyon oy Erdoğan, 25.4 milyon oy Kılıçdaroğlu aldı. Kılıçdaroğlu netice olarak seçimi kaybetti fakat toplumsal muhalefetin 25 milyondan fazla oy elde ederek önemli bir set oluşturduğunu atlamadan bardağın bu yönüne dikkati kesmek, yarının Türkiye’si için önemli bir tartışma sürecinin kapısını aralar diye umuyorum.

Oy kullanmanın tek başına bir demokrasi alanı ve tek merkezi ilan edilmesi, toplumu siyasetin öznesi olmaktan uzak tutmanın bir faturası olarak da okunabilecek sonuçlar bize, ne kadar ‘iyi’ olursa olsun Kılıçdaroğlu’na (ekseriyetle ittifaka) rağmen açığa çıkan ve ülkedeki her iki kişiden birinde beliren değişim talebi net biçimde kendini göstermiştir. Özellikle kadınların ve gençlerin değişim mukavemeti yarının Türkiye’si için bir ipucu niteliğinde.

“Yenilgi yılları iyi bir okuldur” şiarından hareketle, Erdoğan’ın karşısına bir dizi ezber ve daraltılmış demokrasiyle (sandık) değil, örgütlü bir topluluk ile yani halkın siyasette özneleştiği bir sürecin işlemesiyle çıkılmış olsaydı, çok yüksek ihtimalle bu sonucun tersini ve büyük bir farkı görmüş olacaktık.

Bütün çabalara rağmen CHP kadrolarının hantal kaldığını öne koyarak, CHP’yi aşan muhalefet etme biçimi ve isteğini göz ardı etmeden biriktirmek, değişim talebini somutlayacak bir sonuca neden olabilecektir.

Unutulmamalıdır ki sandık Türkiye’nin bütününü temsil etmemesiyle birlikte, Erdoğan’ın desteğinin azaldığı, görece azınlık bir noktaya gerilediği açıktır. Deprem, ekonomik kriz, adaletsizlik gibi pek çok olumsuzluğun olduğu Türkiye’de Erdoğan’ın ve AKP’nin aldığı oyun anlamlı bir çıktısını elde etmek için samimi özeleştiri de hayati önemde.

Kazanmış olsa da Türkiye’nin yeniden dizaynında, her iki kişiden birinin kendisini seçmediğini gören Erdoğan, daha baskıcı olmayı seçecektir. 25 milyon oy ve sandığa gitmemiş milyonlar, bu anlamda önemli bir direnç noktası, önemli bir barajdır. Ancak düzen muhalefetinin açıktan hatalarının da elde edilen sonuçlar da payının yüksek olduğunu hatırlatarak yinelemek gerekir. Meclis’e Kılıçdaroğlu sayesinde girmiş İYİ Parti’nin desteğinin bütününü taşıyamaması ya da taşımaması ayan beyan gerçek. Masanın diğer ortağı olan partiler, Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı durmamış olsalar da kampanya süresince, cılız destekleri isteksizliklerinin bir türden ifşasıydı. 14 Mayıs akşamı sandık güvenliğiyle ilgili yaşananlar da Kılıçdaroğlu’nun ne kadar ‘yalnız’ olduğunu gösteriyordu. Desteğin en önemlisi ve anlamlısı Kürt oyları oldu. Kendi partisinin destek oranını bile aşan Kılıçdaroğlu, Yeşil Sol Parti seçmeninin yüzde 92’sinin desteğini arkasına almıştı. Kılıçdaroğlu’ndan bağımsız Kürtlerin mücadele yolculuğunun ve yolda biriktirdiklerinin Türkiye demokrasisi açısından ne denli hayati olduğu sanıyorum görülmüştür. Zira, seçimin belirleyicisi olma büyüklenmelerine girişen azınlık milliyetçi sağdan ziyade Türkiye’nin son üç seçiminde Kürtler seçimin hep kilit rolünde oldu. Erdoğan ilk turda atı alıp Üsküdar’ı geçemediyse bunun en önemli nüvesi Kürt oylarıdır.

Bitirirken, sağın sağına geçmeye çalışmak ya da sağı sağ gibi taklit etmenin işe yaramadığı umarım artık anlaşılır. Açığa çıkan bu direnç noktası ve gidişata “dur” deme cüreti, geniş emekçi ve yoksul kesimlerle aşağıdan yukarıya doğru bir politik süreçte buluşursa o zaman demokratik bir cumhuriyet özlemi sona erebilir.