Seçim sohbetleri-2: “Hokkabazlık rejimi ve Şimşek perdesi”

Yayınlama: 17.06.2023
A+
A-

Sen şimdi bir önceki yazımda bahsettiğim Nezir ustaya kızıyorsun, faturayı ona kesiyorsun ya…

Vay efendim, Nezir usta celladına aşıkmış!

Neymiş efendim, Nezir usta kasabın bıçağını yalayan aptal bir danaymış.

Peki…

Biraz da seni tanımaya çalışalım.

Mesela (orta sınıf diye tabir edilen) sınıfsal konumunu ‘muallakta’ gören beyaz yakalıysan eğer:

Muhtemelen hiçbir zaman kullan(a)mayacağın maket düzeyinde bir havuzu olan ve sana plaza diye sattıkları/kiraladıkları şatafatlı ama kullanışsız bir evde oturuyorsun. Oturduğun semt büyük olasılıkla deprem riski altında ve sen evinin depreme dayanıklı olup olmadığını dahi bilmiyorsun, bunun peşine düşecek mecalin (ve belki de cesaretin) yok. Zaten kredi borcun, kart borcun seni nefessiz bırakıyor, zincire vuruyor. Şık kıyafetlerinle temiz bir ortamda çalışıyorsun belki ama ‘emrindeki’ mavi yakalının aldığı fazla mesai ücretini dahi kıskandıracak denli düşük bir maaşla yetinmek zorundasın. Çalışmaktan kalan kısıtlı zamanında hayatla bağın, servis sağlayıcının sana sunduğu internet hızıyla falan sınırlı. Belki şu an evinde oturup, kripto paradan ya da ‘çok güvenli’ hisse senetlerinden ‘voleyi’ vurmak için yardırıyorsun. Teknik analizin bilimsel bir yaklaşım olduğunu, onun yetmediği yerlerde zekanın, güçlü hislerinin ve iyi kalpliliğinin yardımına koşacağını umuyorsun. Eve misafir gelmesini ister istemez borsada ‘çakılmaya’ eşdeğer görüyorsun, çünkü bunun ekonomik külfetine katlanman neredeyse imkânsız.

Şu süreçte en çok yoksullaştırılanın sen olduğunun farkındasındır umarım.

Sen Nezir ustaya niye kızıyorsun?

Belki de ‘kendi işinin patronu’ bir kuryesin:

Artık sıradan bir işçi değil, çalıştığı kadar kazanma vadine inanmış bir ‘girişimci’, hatta ‘patronsun’. Çalışma saatlerini kendin seçebileceğin, asgari ücretin üç beş katı kazanç elde edebileceğin, hatta gaza iyice basıp rekor kırdığın takdirde ‘bonus’ alabileceğin söylendi. Hemen işe koyuldun, borç harç bir motosiklet edindin ve yollara düştün. Peki sonuç?

Şimdi seni zorla çalıştıran bir patron olmadan kan ter içinde günde en az 12-13 saat çalışıyorsun. Patron oldun ya, sosyal güvencen ancak primini kendin ödersen var. Artık arıza, kaza vb. problemlerde her türlü sorumluluk sende. Ölüm riskin kat kat arttı ve bu seni yollara düşüren devasa şirketlerin umurunda da değil, çünkü onlar için neredeyse bir maliyet kalemi bile değilsin artık.

Kendine çok dikkat et kardeşim.

Sen Nezir ustaya niye kızıyorsun?

Yoksa sen; (düzen sınırlarında olsa da) muhalif ve müttefik bir siyasetçi misin?

AKP karşıtlığında ortaklaşmayı ‘yoldaşlık’ diye anlatıyordun. ‘Gündoğdu’ marşını dinlerken kendinden geçiyor, Denizleri yere göğe sığdıramıyordun, hatta kendini de ‘özünde’ solcu sayıyordun. E şimdi de “Mehmet Şimşek’in ekonominin başına geçmesi iyi oldu, destekleyelim, aynı gemideyiz, bu ülke hepimizin” falan demeye başladın. Emperyalistlerin, yerli işbirlikçilerinin bu ülke halkını yağmalamasına, Nezir ustaların açlığa mahkûm edilmesine yol açacak bir ekonomi politiği sözüm ona ‘soldan soldan’ savunuyorsun.

Sen Nezir ustayı beğenmiyorsun ama umalım yaladığın şey bıçak olsun en azından.

Aslında örnekler siyasi profile kadar (ki o profile sonra geleceğiz) muhalif seçmenin, AKP’ye oy veren kitleye ‘kızgınlığı’ ile ilgili. Öyle ya, ekonomik kriz vardı, AKP’nin hikayesi/vaadi kalmamıştı, hayat pahalılığı ve işsizlik en çok yoksul emekçileri vuruyordu, kiralar astronomik derecede artmıştı vs. vs. Nasıl olurdu da buna rağmen bu yoksullar gidip AKP’ye oy vermeye devam ederdi, bu nasıl bir şuursuzluktu?

Yukarıda verdiğim örneklerde bir çoğumuzun verili düzende, nasıl bir “illüzyon” içerisinde yaşamımızı sürdürdüğümüzü örneklemeye çalıştım.

Devam etmeden önce, belki benzer bir bağlamda Aziz Çelik’in bir makalesinde yer verdiği şu öyküyü paylaşalım (Makalenin tamamı- https://bes.org.tr/2023/05/29/aziz-celik-bos-tencere-ve-sandik/) :

“Nasıl oluyor da aynı olguya bakıp farklı şeyler görüyoruz ve anlıyoruz. Diyalektiğin işaret ettiği bu temel sorunu Marx, Roma mitolojisindeki Cacus’tan örnek vererek anlatır. Yarı insan, yarı canavar olan Cacus hayatını mağarada sürdürür ve sadece geceleri öküz çalmak için dışarı çıkardı. Öküzleri çaldığını kimse anlamasın diye de onları başlarından itip geriye doğru sürükleyerek mağarasına götürürdü ki herkes öküzlerin ayak izlerine bakıp onların aslında mağaradan dışarıya doğru kaçtıklarını sansın. Köylüler her sabah kalkıp da öküzlerini yerlerinde bulamadıklarında Cacus’u suçlamaz, ayak izlerinin gittiği yöne bakarak öküzlerin Cacus’un mağarasından çıkıp kırda kaybolduklarını sanırlardı.”

Kapitalist sistem ve onun ‘güncel’ ideolojik-politik sürümü olarak neoliberalizm aslında sermaye ve onun siyasi uzantıları aracılığıyla sürdürülen bir hokkabazlık ‘gösterisini’ zorunlu kılar. Çünkü kapitalizm emek sömürüsü ve (üretim araçlarının) özel mülkiyet(i) üzerine kurulu bir hırsızlık rejimidir. Kapitalist üretim, insanların ihtiyaçlarını karşılamak, insanları mutlu etmek, onların arzularını tatmin etmek için gerçekleştirilmez. Tek amacı vardır, kar etmek ve bunu artan oranda sürdürebilmek.

Bu hırsızlığı gizlemek, emekçilerin ‘rızasını almak’ için ise hokkabazlık kaçınılmazdır. Hırsızlığın olduğu bir düzende adalet, hukuk, demokrasi ve özgürlük nutukları atmak, sistemin özünü perdeleyip, kökten reddedilmesinin önüne geçmek ise düzen siyasetinin temel görevidir. Hokkabazlığın sahnelendiği yer ise sadece siyaset arenası değil elbette, başta medya olmak üzere bir sürü etkili ve kullanışlı araçtan söz etmek mümkündür.

Siyasal İslam’ın en iyi yaptığı şeylerden birisi, insanların dini inançlarını istismar etmek ve onu da hokkabazlığın ‘sihirli değneği’ haline getirmektir.

Yoksul seçmeninin tercihlerine dönecek olursak, elbette ki bu tercihler sadece (bir önceki yazımda değindiğim) “belanın kaynağı olan güce tapınmayla” ya da “dinin buyruklarına/kader planına razı gelmeyle” açıklanamaz. Yaşadığı yoksulluğun ve dertlerinin kaynağına ve failine dair gerçekçi ve doğrudan bir bağ kurması iktidarın manipülasyonlarıyla (hokkabazlıklarıyla) zorlaşıyor. Muhalefetin de bu bağı yeterince görünür kıl(a)maması tercih mi beceriksizlik mi, bakmak lazım.

Emekçi halka, yaşadığı yoksulluğu geride bırakabileceğine dair gerçekçi bir umudu muhalefetin inşa edememiş olmasını ise her yere kalın harflerle yazmak gerekiyor.

Fatih Yaşlı’nın ifadesiyle muhalefet AKP’ye oy veren mavi yakalıların, hizmet sektöründe, inşaat sektöründe çalışanların, kent ve kır yoksullarının oyunu alabilecek radikal bir program geliştirip onların oylarına talip olamamıştır.

Son örnekteki düzen muhalifi siyasetçi işte bu muhalefetin kendisini simgeliyor.

Bu ‘hâkim’ muhalefetin vaadi ne yazık ki AKP’nin yoksulluğu derinleştiren ekonomi politikaları aşmak, onunla hesaplaşmak değildi. Tersine dillendirilen ekonomi politika, neoliberal piyasa düzenini iyileştirmek, makroekonomik göstergeleri ‘rayına oturtmak’ ve temiz sıcak para akışını sağlamakla sınırlıydı.

Bugünlerde Mehmet Şimşek’in ekonominin başına getirilmesinin bazı muhaliflerce alkışlanması tam da bu nedenle tesadüf değil. Emin olun, Kılıçdaroğlu seçilseydi benzer politikalar zaten Ali Babacan aracılığıyla hayata geçirilecekti.

Koca koca (sözüm ona muhalif) akademisyenlerin, profesörlerin şimdilerde Şimşek’in politikalarını, makro ekonomik göstergelerin düzelmesi, sıcak paraya güvenilir liman yaratılması adına canhıraş savunabilmesi, hokkabazlığın son perdesidir. İşsizlik artacak, yoksulluk derinleşecek, halk daha ağır bir bedel ödeyecek ama birileri bu süreçte zenginleşmeye devam edecek, ne gam.

Sosyal demokrasinin düzen sınırları içerisinde dahi görece adil bir vergi ve gelir dağılımı politikası öngörmeyen, ekonomide yapısal-kamucu bir dönüşümü aklının ucundan geçirmeyen, antiemperyalizmi ve laikliği artık telaffuz dahi etmekten korkan; iktidarla sağcılık yarışına girmiş bir muhalefete Nezir ustalar neden inansın, neden bel bağlasın?

Hokkabazlığın bu denli fütursuzca ve ustalıkla, düzenin bütün aygıtlarıyla sürdürüldüğü bir atmosferde Nezir ustalara, orta sınıfa, yoksullaşan emekçi halka, onların yanılgılarına kızmak yerine, hokkabazların numaralarını teşhir etmek, onların “cambaza bakmasının” önüne geçmek ve onları doğrularla buluşturmanın yollarını aramak elzemdir.

Peki halkın dertlerini dert edinen, kamuculuğu, tam bağımsızlığı, laikliği, eşitliği ve gerçek bir halk demokrasisini savunan sosyalistler neden ‘etkili’ bir güç ve umut olamıyor? Bir sonraki sohbet yazımızın konusu da bu olsun.