‘Cici’ olmayan Türkiye’de ‘bir başka’ sekülerleşme

Yayınlama: 24.11.2022
A+
A-

Berkun Oya’yı Netflix dizisi olan Bir Başkadır’dan öğrenmiş olduk ancak kendisinin tiyatro ve televizyonda bir geçmişi var, bu da bizim ayıbımız olsun. Bir Başkadır dizisi ile gerçekten sosyologları kıskandıran bir işe imza attı Oya. O sıralar, hala öğrenci olduğumda, sosyoloji derslerinde dizi hakkında uzunca konuştuğumuzu hatırlıyorum. Oya sinemada dramaturjiyi oldukça iyi kullanıyor. Ayrıca çok iyi bir gözlemci olduğunu kimse yanlışlamayacaktır, bu zaten dramaturjinin esas meselelerinden. Bu konuda sosyolojide özel bir eğitim verilmiyor fakat Goffman oldukça sevilen ve okutulan bir sosyolog. Goffman’ın yaptığı şeylerden biri dramaturji kavramlarını sosyolojide kullanmak; rol, sahne, aktör, tip vb. Sosyolojide alan çalışmaları için oldukça kullanışlı bu kavram dizinini Goffman, böylelikle sosyolojiye taşımış oluyor.

Dramaturji toplamsal durumdan alınan “tipi” yeniden kurgulayarak sahneye koyarken, sosyoloji “tipi” kurgulamadan doğrudan kendisini konuşturmaktadır. Yani dramaturji Tuzsuz Deli Bekir gibi bir “tip” sahneye koyarken, sosyoloji mahallenin kabadayısını doğrudan konuşturarak veya başka analiz yordamlarıyla kategoriler oluşturur.

 

Toplumsal tip izleyiciye ne kadar aşina ve olay ne kadar gerçekse izlediğimizden o kadar çok etkileniyoruz. Gibi dizisi de benzer bir yaklaşımla çekiliyor ve çok seviyoruz. Bu iki sinema örneğinin başarısı tam da bu gözlem güçlerinden ve tiplerin oldukça yetkin kurgulanışlarından neşet etmesi.

Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, tiplerin zorunda olarak klişelerden meydana geldiğidir. Tuzsuz Deli Bekir veya Bir Başkadır’ın Meryem’i, Gibi’nin “kokariç’cisi” hepsi birer “tip” olarak ancak klişelerle var olabilirler. Biz, entelektüel bir Tuzsuz Deli Bekir düşünemeyiz, düşünürsek Gibi’nin aklına yaklaşmış oluruz ve bu bizi güldürür. Bu sebeple kurgulanan tipler, gerçekliğin bir kısmını oluşturmaktadır. Oya’nın mahareti, tipi oldukça derinleştirerek, tartışma malzemesi haline getirirken aynı zamanda popülerleştirebilmesi. Bir Başkadır’ın tiplerinin ideolojik olarak derinleştirilmiş olması bizi, Oya sinemasını toplumsal ve politik olarak okumaya çağırıyor. Bir Başkadır’da tüm karakterlerin çatışması, dindar-seküler, çağdaş-yobaz son tahlilde laik-muhafazakar arasında gerçekleşiyor. Oya’nın muhafazakar karakterleri çoğunlukla naif ve etliye sütlüye pek bulaşmayan cinsten.

 

Canavarlaştırılan karikatür bir muhafazakar tipine göre iyi bir yaklaşım olsa da film içerisinde çoğunlukla maruz kalan karakterler çizilmiş. Cici’de muhafazakar karakter kurban, sekülerleşen karakter fail olarak resmedilmiş örneğin. Oysa unutulmamalı Türkiye’yi en çok değişime tabi tutanlar muhafazakarlar oldu. Bu anlamda senaryoda bu kadar pasif olmaları hatalı bir okumanın ya da ideolojik seçimin bir sonucu gibi görünüyor. Cici filmine geçmeden şunları söylemek gerekebilir, Oya toplumsal çatışmanın merkezine dolaysıyla sinemasına sekülerlik-muhafazakarlık çatışmasını koyarak, aynı “tip” oluştururken klişelerin zorunda olarak tip de neşet etmesi gibi, eksik, yalnızca gerçeğin bir kısmını gösteren bir sinema ortaya koyuyor. Sanattaki bu ve benzeri yaklaşımlar niyetleri ne olursa olsun elirleyici olan ekonomik ilişkileri, sınıf çatışmasını sümen altı ediyor. Üzerine çok konuşulması gereken bir konu olsa da sekülerlik-muhafazakarlık gibi bir çatışma uzlaşabiliyor, HDP ve Altılı Masa bunun en güncel örnekleri ya da Gezi’nin meşhur fotoğraflarından, namaz kılan insanların etraflarına kurulan insan zinciri. Teze düşünecek olsaydım, Bir Başkadır filmindeki, babası hoca olan Hayrunnisa’nın çantasından çıkan İsmail Cem’in Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi adlı kitabın gösterilmesini, AKP’den kopanlara; Gül’e, Davutoğlu’na endişeli ve muhafazakar bir yönetmenin mesajı var derdim. Neyse geçelim CİCİ’ye.

 

Cici filmi de benzer bir şekilde Oya’nın sinemasının merkezine yerleştirdiği sekülerleşme, ekonomik bir terimle ifade edecek olursak modernleşme üzerine bir tartışmayı sürdürüyor. Açılış sahnesinde Havva (anne) TRT’de hemşirelerle ilgili bir belgesel izliyor. Hemşirelerden birinin meslek etiğinden bahsederken, “ayrım gözetmeksizin sağlık…” cümlesi daha bitmeden televizyon kapanıyor. Kadir (ortanca çocuk) elinde kamerayla gözüküyor ve annesiyle bakışıyorlar ve sahne bitiyor. Hemen sonraki sahnede TRT’de Özay Gönlüm çalıyor. Kamera Türkiye haritasında İç Anadolu Bölgesine zoom yapmış, Kayseri, Kırşehir ve Konya gözüküyor, dolayısıyla filmin burada; İç Anadolu bölgesinde geçtiğini anlıyoruz. Bekir Almanya’ya çalışmaya gitmiş, kazandıklarıyla Havva’yla beraber yaşadıkları yirmi dönümlük çiftliği kurmuş. Film burada geçiyor. Bekir’in dileği torunlarının bu çiftliği görmesi. Havva hemşire belgeselini izlerken de anladığımız gibi okumaya, hemşire olmaya hasret. Çocukları için de okumalarını istiyor. Bekir buna sıcak bakmıyor. Ailesini çiftlikte istiyor. Bir sahnede Bekir’in Almanca “Türkler dışarı!” diye uyanmasından, Almanya da zor zamanlar geçirdiğini anlıyoruz. Bekir’in kameralara ilgisi var. Bu ilgi sonradan yönetmen olacak olan Kadir’e geçiyor. Bekir’in çiftliğine Cemil diye yetim bir çocuk geliyor. Bekir’in yetim kalmış olmasını, Cemil’in amcasıyla konuşmalarından anlıyoruz. Bu yüzden Bekir Cemil’e ailesinin bir ferdi, çocuklarının “dördüncüsü” gibi yaklaşıyor. Cemil güzel sesli, Neşet Ertaş ve İbrahim Tatlıses okuyan bir çocuk. Cemil ile Bekir’in kızı Saliha (büyük çocuk) ise birbirlerine vurulmuş. Gece herkes uyurken Saliha ahırda Cemil’le buluşuyor. Cemil elini Saliha’nın gönlüne koyuyor ve bir anda kamera yine TRT’yi çekiyor, televizyonda İstiklal Marşı okunurken, uçaklar geçiyor belli ki bir törenin görüntüleri. Çehov’un silahının patladığı sahne ise Kadir’in Cemili ablasından kıskandığı için ıslattığı sahne. Sonrasında Bekir’in Kadir’i cezalandırmasıyla, filmde kamerayla temsil edilen Çehov’un silahı patlıyor. Sonrasında Cemilin hastalanması sürecinde senaryoya düğüm atılıyor ve Bekir’in ölümüyle filmin ilk kısmı son buluyor. Sonrasında Kadir’i yönetmen olmuş ve otobiyografik bir film çekerken görüyoruz. Kadir filmine annesi Havva’yı ve Cemili dahil ediyor. Film çekimi bitiyor ve aradan 2 sene geçiyor. Kardeşler çiftlik evinde bir araya geliyor. Burada Kadir’in bunalımlı bir ruh halinde görüyoruz üstelik iki senedir filmini tamamlayamamış. Yusuf (küçük kardeş) ise eşiyle pek de geçinemiyor, maddi zorluklar yaşıyor. Havva demans hastası olarak karşımıza çıkıyor. Saliha ise mutsuz bir evliliğin ardından boşanmış, Cemil Yusuf’un yolda kalan arabasını tamirden alarak çiftlik evine geliyor. Burada dokunaklı bir sahnede Saliha ve Yusuf’un gönüllerinin birbirlerinde kaldığını anlıyoruz. Yönetmen, hemşire, bankacı(vb.) olan çocukların mutsuz oldukları görülmekte. Bekir’in sahip oldukları değerlere sahip değillerdir artık. Beğenileri, müzik zevkleri değişmiştir. Hep birlikte içki içip sarhoş olmaktadırlar. Birbirlerine karşı da duyarlılıklarını yitirmişler. Aile kuramıyorlar, birbirlerine ne maddi ne de tam anlamıyla manevi destek sağlayabiliyorlardır. Çoğunlukla birbirlerine karşı kendilerini ifade etmekten acizler. Kadir sanatını dahi yapamaz haldedir çünkü geçmişiyle yüzleşmesi travmatik bir hal almıştır.

 

Berkun Oya sineması “travma” anlatısı olarak değerlendirilebilir. Sekülerleşmenin getirdiği travma ya da daha afili söylersek “travmatik sekülerleşme”. Bir Başkadır da esasında klinikte başlamaktadır. Burada duygularıyla ve yaşantısıyla çatışmaya giren Meryem, travma geçirmiştir ve Peri psikolog olarak onu sözde “tedavi” edecektir. Ancak dizi ilerlerken görülecektir ki asıl Meryem ve Peri arasındaki hasta, doktor ilişkisi tersine dönecektir. Semptomlu olan Peridir. Değerlerin yitimi, karşılaşmalar, ortadan ikiye ayrılan toplum tümü herkes için travmatiktir. Ancak Oya burada geçmiş ile pozisyon almaktadır, bugün geçmişe göre maluldür. Weber’in büyü bozumuna ya da değişim dönemlerinde aristokratların ilan ettikleri dekadanslara benzemektedir bu anlatımlar. Kültürel analizlere sıkışmış, toplumsal anlatılar Oya’nın bakışına düşürür bizi. Söz gelimi Cici’deki karşıtlıklar fazlaca karikatürdür. Neşet Ertaş veya İbrahim Tatlıses’in karşısında yer alan laik devlet, Cemilin Saliha’nın gönlüne dokunduğu sahnenin bir anda kesilip TRT’de İstiklal marşı eşliğinde cumhuriyet törenin gösterilmesi yani gönlün karşısındaki militarize olmuş ulus devlet… Özay Gönlüm, Dane Dane Benler ya da Kemal Sunal filmleri tümü laik devletin; resmi ideolojinin dışındaki hatta karşısındaki şeyler. TRT’nin işi ne ki zaten devletin ideolojik aygıtı. Bu böyle olsa bile Havva da görüldüğü gibi insanları pasif bir alıcı gibi resmetmek, eksiktir. Kültürel analizin dışında kırk yıllık İstanbullu psikoloğu, Anadolu’dan yeni göçmüş işçiye yan yana getiren değerler, anlar vardır. Ne sanat ne de politika Türkiye’de Gezi yaşanmamış gibi davranamaz.