Bir sonraki seçim, “o seçim” olur mu?

Yayınlama: 24.06.2023
A+
A-

Ülkenin “en önemli seçimi” olan 2023 seçimlerini, beklenti ve hakikat bağlamında bir önceki yazıda değerlendirmiştik. Arzulanan hedefe doğru emin adımlarla gidilirken, parlamento seçimlerinde sosyalist solun kendi başına seçimlere girip oy istemesi, kimi kesimler tarafından yadırganmış ve eleştirilmişti. “Bu seçim, o seçim” değildi. Muhalefet bloğu ya da Millet İttifakı, parlamentoda çoğunluğu almalıydı ki, Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmanın anlamı olsun.

Kağıt üzerinde güzel bir fikir tabi. Eğer sadece aritmetik bir siyaset okuması yapıyorsanız, kusursuz bile denebilir. Ama hakikat, parlamento seçim stratejisinde de farklı tecelli etti. Hem de hiç gizli saklı değil, Perşembe’nin gelişinin Çarşamba’dan belli olacağı şekilde tecelli etti. Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, gönlünde yatanın DEVA ve Gelecek partileriyle muhafazakar bir ittifak kurmak olduğunu, ancak bu iki partinin farklı kaygılarla daha geniş bir ittifak içerisinde olmak istediklerini seçimden iki hafta önce dile getirmişti.

Nihai tabloda muhalefet kanadında seçimin kazananı, DEVA, Gelecek ve Saadet’in adı konulmamış muhafazakar ittifakı olmuştu. Zaten seçim sonrasında ortada bir masa falan da kalmamıştı. Şimdilerde bu üç partinin birleşip grup kurması gündemde. Peki, bu oy oranları kendinden menkul gerici ittifakı Meclis’e kimler, hangi argümanlarla gönderdi? Türkiye’nin “en önemli seçimi” olduğu söylenen seçim, sosyalistlerin kendi öz gücüyle parlamento seçimlerine girmesi söz konusu olduğunda hayıflanma sebebi oluyordu ancak, kendisini cumhuriyetçi olarak tanımlayanların, cumhuriyet düşmanlarını kendi elleriyle Meclis’e göndermesi, grup kurabilecek bir gövde oluşturulmasını sağlaması, günün en önemli göreviydi. Sonuç, Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olmak oldu.

2023 seçimleri için sola dair asıl tartışılması gereken şey, kimilerinin iddia ettiği gibi solun “oy bölücülük” yapması meselesinden ziyade, Melih Pekdemir’e atıfla, solun seçim örgütlenmesi yapması değil, yeteri kadar iyi bir seçim örgütlenmesi yapamaması gibi yapıcı olmayı hedefleyen bir eleştiri olabilir. Ancak derdimiz bu spesifik ve çetrefilli konuyu açmaktan ziyade, ülkenin iktidarından muhalefetine kadar sağ bir kuşatma altında bulunduğu bir ortamda, sola olan ihtiyacı hatırlatmak.

Ülkenin yarısından fazlasının asgari ücrete çalıştığı, kalanının önemli bir kısmının ise giderek asgari ücrete yaklaştığı bir ucuz emek rejiminde asgari ücret, kapalı kapılar arkasında üç beş kişinin tabir-i caizse bir çay sohbeti eşliğinde belirleniyor. Mızrağın çuvala sığmadığı bir konut ve barınma sorunumuz var ki, buna bağlı olarak yaşam kalitesini fazlasıyla düşüren yeni barınma biçimleri geliştirilmek zorunda kalınıyor. Çalışanların kısa vadeli hedefi günü, orta vadeli hedefi haftayı, uzun vadeli hedefi ayı bitirip, asgari ücretten bozma maaşlarını almak olmuş. Yaklaştığı söylenen büyük Marmara depremi ile ilgili en büyük hamlemiz, depremin daha fazla yaklaşmaması için dua etmek.

Peki tüm bu tablonun sebebi piyasacılık değil mi? İş yerlerinden, alanlardan izole edilmiş sendikasızlık değil mi? Sahi, hiçbir derde derman olmayan asgari ücret zammı, %34 yerine %10 yapılmış olsa, ne olurdu? Dalga dalga yayılan grevler, sokak eylemlilikleri mi görürdük? Mesela, olası bir büyük Marmara depreminde, hayatta kalma şansımızı artırmak için, 5 yıl sonra olması umulan ve neye benzeyeceği belli olmayan “Türkiye’nin daha en önemli” seçimini mi beklememiz gerekecek?

Yazarın Son Yazıları