140 journos’un anlatmadıkları

Yayınlama: 10.10.2023
A+
A-

Geçtiğimiz akşam uykum kaçmıştı. Işıkları kapatıp televizyonda bir şeyler açarsam bir şekilde sızarım diye düşünüp salona geçtim. Sonra aklıma, arkadaşlarımın bahsettiği Adnan Oktar tarikatını anlatan “kedicik” videosu düştü. Dedim bir yandan oynasın, ben de o arada sızarım. Ancak tersine, izledikçe uykum daha çok kaçtı.

Adnan Oktar sapkınlığına aşinayız aslında. En azından bir kısmına. Bırakın gizlemeyi, gözümüzün içine içine soktu yıllarca. Kimse de demedi ki “aga bu nedir”. Halbuki adamın geçmişi de yıllardır biliniyor. Adı sanı bilindik ziyaretçileri çok. Yani bizim için belki bir belgesel vasıtasıyla öğrendiğimiz işin detay kısmı, ilgili kişi ve kurumlar tarafından uzunca bir süredir biliniyor olmalı. Ama ne hikmetse 40 yıldır dokunulmayan yapıya devlet, bir şekilde dokunma gereksinimi hissetmiş.

Belgesel üzerine düşünmek ve düşündürmek anlamında önemli olmakla beraber, ıskaladığı ya da hakikatin önemli bir kısmını konu edinmediği bir kısım var. O da en temelinde Adnan Oktar olayının tekil bir olaymış gibi ele alınması, politik muhtevasının gözlerden kaçırılması. Hangi siyasal iklimin bu tarz bir tarikat yapılanmasını yarattığını, koruyup kolladığını bu belgeselden öğrenemiyoruz maalesef.

Siyasal İslam’ın hegemonyasının toplumun tüm kesimlerine hakim olması, tarikat ve cemaatlere sınırsız bir hareket alanı kazandırdı. Bu anlamda Adnan Oktar tarikatı, bu yapılanmalardan sadece biri. Adnan Oktar’a büyüme imkanı sağlayan siyasal iklim ile FETÖ’ye, Menzil’e, Süleymancılar’a büyüme ve örgütlenme imkanı sağlayan iklim tam olarak aynı iklim. Dolayısıyla hiçbir dini yapılanma, iktidar ilişkilerinden bağımsız bir şekilde ele alınamaz.

Dolayısıyla belgesel, hali hazırda devletin ve sivil toplumun içerisine konuşlanmış onca tarikat, cemaat ve dini vakıf varken, bunları ve bunların siyasi arka planına dair olguları görmezden geldiği için eksik kalıyor. Sanki sadece Adnan Oktar ve onun sınır tanımaz sapıklığı söz konusuydu da bundan yine devletin sağduyusu sayesinde kurtulundu ve mahkum edildi.

Yakın tarihte Ensar Vakfında çocuklara tecavüz edilmemiş, olayın üstü siyasal güç ile kapatılmamış gibi. Halbuki Ensar Vakfı olayının üstü Meclis’te iktidar milletvekilleri tarafından zafer kahkahalarıyla kapatılırken, saf kötülüğün fotoğrafını tarihe not düşmüşlerdi. Bugün hala Ensar Vakfı logosunu, pek çok organizasyonda sponsor olarak görebilirsiniz. Bırakın hakkında belgesel çekmeyi, konuyu dillendiremezsiniz bile.

Şu an Ensar Vakfı gibi dini vakıflarda, adını bile sayamayacağımız kadar çok olan onlarca tarikat içinde hala cinsel istismar ve diğer insanlık suçlarının işlenmediğini söyleyebilir misiniz? Ya da adeta özerk bir bölge ilan edilmiş Menzil köyünde ne olup bittiğinin üstüne kimse gidebilir mi? Adnan Oktar’a çekilen operasyonda olduğu gibi, devletin bazı mekanizmaları bypass edilip üstüne gidilebilir mi?

Bunun cevabının hayır olduğunu hepimiz biliyoruz. Şeyhinin cenazesi neredeyse devlet töreniyle yapılmış olan, adı artık bir bakanlıkla özdeşleşebilecek kadar devlet içerisine yer etmiş bir yapının üstüne elbette gidilemez. Dolayısıyla devletin, tarikatların içindeki cinsel istismar, alıkoyma vb. suçların üstüne gitmesi için ancak o tarikatın iktidar ile ilişkilerinde bozulma beklemeniz gerekiyor.

Düzen muhalefeti her ne kadar cepheden karşı koymayı reddetse de, Siyasal İslam’ın yükselişine ve kurumsallaşmasına tanıklık ettiğimiz şu çeyrek asır, bize İslamcılığın ülkeyi ve toplumu nasıl çürümeye ittiğini göstermesi bağlamında sayısız örneklerle dolu. Görmek isteyen için hakikat, tüm gerçekliğiyle gözümüzün önünde, hayatın içinde.

Dolayısıyla sorunu Siyasal İslamcı rejim ve hayatın toptan dinselleşmesi olarak tanımlamaz, bunun panzehiri olarak esaslı bir laiklik mücadelesini önünüze koymazsanız, Adnan Oktar’ın mahkum edilmesinden yola çıkarak hakikat karşısında patinaj çekmiş oluyorsunuz. Ancak bizim, Adnan Oktar’ın istismar ettiği kadınlara da Ensar’da tecavüze uğrayan çocuklara da Aladağ’da tarikat yurdunda yanarak ölen kız çocuklarına da bir laiklik borcumuz var.

Şunu da hiç çekinmeden söylemek gerekir ki, sorunu laiklik sorunu olarak koymayan, etrafından dolanan her yapı, doğrudan ya da dolaylı olarak bu istismar çarkının devam etmesine hizmet ediyor. IŞİD’den Menzil’e, Süleymancılar’dan Adnan Oktar’a uzanan yol sanılandan daha yakın. Tüm bu yapılar aynı ideolojik şemsiyenin altından çıkıyor. Dolayısıyla buna karşı ideolojik ve politik olarak güçlü bir duruş sergilenmemesi durumunda, körler ülkesinde daha fazla hikayeye şahitlik etmek kaçınılmaz.

Yazarın Son Yazıları