Halepli Hüseyin’in kıssadan hisse dersi

Yayınlama: 22.09.2023
A+
A-

İki gün boyunca sadece dayak yeseydiniz, güneş alnında susuz kalsaydınız su bulduğunuzda ne yapardınız? Açlığın insana yaptırabileceklerinin sınırı yoktur ama buna direnenler de vardır.

***

Haber masalarının son yıllarda tükenmeyen gündemlerinin başında mülteciler geliyor. Suriye’deki iç savaş ile Rusya-Ukrayna savaşı milyonlarca insanın mülteci olmasına neden oldu. Biliyoruz ki demokrasi havarisi “çok gelişmiş” ülkelerin “vazgeçilmez” ilkeleri: İnsan hakları evrensel beyannamesi, barınma hakkı, sağlıklı yaşam… Bu dize böyle uzar gider.

Uzun yıllar boyu Suriye’den Türkiye’ye, Türkiye’den Avrupa’ya gitmeye çalışanların batan botlarını, sınırda güvenlik güçleri tarafından öldürülmelerinin yekün tanığı “büyük insanlığımız.”

Duygu dünyamızı sarsan onlarca kare geldi geçti. Hatırlayın, Alan Kurdi’nin kıyıya vuran bedenini. Bursa’da sobadan çıkan yangında tabutlarına verilen numaraları… Bunlar sadece görebildiklerimiz. Elbette uluslararası raporlamalardan ‘güvenli’ bir yaşam umudunu sırtına alanların okyanuslarda kaybolduğunu yahut sınırlarda çıkan çatışmalarda öldüğünü ‘tahmin’ ediyoruz.

HÜSEYİN ALMANYA’YA GİDERKEN YAKALANIYOR

Milyonlarca mültecinin “ortak kader”ini paylaşanlardan biriyle geçen haftalarda karşılaştım. Yerle yeksan olmuş “büyük insanlığımız”ı utandıracak hikâyesinin yalnızca iki günlük kısmını dinledim.

Almanya’ya gidiyordu Halepli Hüseyin, Türkiye sınırını geçip Bulgaristan’a girdiğinde yakalandı. Beraberinde onlarca insan vardı. Gittiği gibi geri gönderildi, yasal hiçbir işlem yapılmadan. Zaten Hüseyin’in bir kimliği dahi yok. Adının Hüseyin olduğunu kanıtlayabilecek, nereli olduğuna yalnızca sözlü cevap verebilecek şartlara çoktan ‘uyum’ sağlamıştı.

Tekelci sermaye arasında kızışan sömürge kavgası, emperyalist yayılmacılık ve yağma ile tırmanan şiddet, her gün binlerce mülteci doğuruyor ve yaşam şartları giderek ağırlaşıyor. Tablo bununla da sınırlı değil elbette. Kapitalist azgınlık için ölümlü göç yollarını aşıp, bir şekilde soluğu gittiği ülkenin gettolarında alan göçmenler, hemen ucuz iş gücüne dönüşüyor. Koşullar sermayenin doymaz kar iştahı için bulunmaz Hint kumaşına hızla dönüştürülüyor. Göçmenler, gittikleri ülkelerdeki öteki olarak var olabiliyor, dünyayı yeniden üretiyor. Tek sigortası başında gezmeyecek olan savaş uçağı ve sokaklarında dolaşmayacak olan tanklar. Hayatta kalmak isteyenler için sanırım bu oldukça yeterli bir argüman.

KISSADAN HİSSE

Dönelim Hüseyin’e. Gitmeyi başaramamış, döndüğü yerde yani Türkiye’de gidemediği için ise iki gün boyunca dayak yemiş. Aç ve susuz geçen iki günün ardından tesadüfi şekilde bir otobüste karşılaştık. Anlattı, “dayaktan belki de ölecektim” dedi. ‘Su bile vermeyen zihniyet’ ve Türk misafirperverliğini alabildiğine tatmıştı Halepli Hüseyin. Birkaç denemesi olmuş gitmek için. Yine başarısız olunca 2014 yılından beri yaşadığı Akhisar’a evine, ailesinin yanına dönüyor. Hüseyin için çare yok, yine deneyecek. Anlatıyor: “Çocuklarım için denemek zorundayım. Çile çekilecekse de ben çekeceğim. Çocuklarım için gelecek istiyorum.”

Kapitalist rekabetin, pazarlara hâkim olma politikalarının yol açtığı en büyük sorunlardan biri de kuşkusuz kitlesel göçler. Hüseyin, milyonlarca göçmenden yalnızca biri ama Hüseyin’in yaşadıkları göçmenlerin “ortak kader”i.

***

Hüseyin ile bitireyim bu yazıyı, neden yazmak istediğim anlaşılsın. Yer kürenin alabildiğine insafsızlaştığı, çürümenin tepeden tırnağa kuşattığı “büyük insanlığımız”a Hüseyin ders olsun. Bindiğimiz otobüste, Hüseyin benden önce su istemişti. Muavin suyu getirince haliyle Hüseyin’e uzattı. Düşünün iki gündür dayak yemiş, ayağında terlik, üzerinde tişörtle dolaşan biri olsaydınız siz ne yapardınız? Ya da Hüseyin’in nasıl bir tepki vermesini beklersiniz? Uzatmadan söyleyeyim. İki gündür su içmemiş Hüseyin, suyu bana uzattı. Başta bu kadar anlamı yoktu benim için. Bir sigara içimi zaman diliminde sohbet ederken anlattıklarını işitince, şaşkınlığımı toparlayamadım. Kıssadan hissesi de size kalsın…