AKP Türkiyesi’ne Nazi Almanyası üzerinden kısa bir bakış

Yayınlama: 15.01.2023
A+
A-

Türkiye AKP iktidarıyla ve kendisine biçtiği rejim değiştirme rolüyle beraber tarihinde hiç olmadığı kadar klasik anlamda Avrupa’da ortaya çıkan faşizm ile (özel olarak Nazi Almanya’sıyla) biçimsel olarak ortak özellikler sergilemeye başladı. Burada kastedilen benzerlik sürecin uğrakları itibariyle belli bir taban desteği, seçimle görev başına gelme ve en nihayetinde de iktidar ömrünü uzatabilme amacıyla çöküşe kadar uzanacak kaotik yönetememe haline evrilen bir dizi süreci kapsıyor. Devleti ve toplumu kendisinden sonraki sürece hazırlama görevi gören 12 Mart-12 Eylül askeri darbeleri gibi devredilmek üzere el konulan kısa yönetim dönemlerini bu nedenle yazı kapsamının dışında tutuyorum.

Faşizm nedir sorusuna cevap arayacak olursak pek çok farklı cevap verilebilir herhalde. Aşırı milliyetçilik, ruh hastalığı vs. gibi tepkisel tanımlamalar sıkça yapılır. Faşizm nedir sorusuna Faşizmin Anatomisi kitabının yazarı Rober Paxton’un cevabı faşizmin sosyolojik temellerine dair son derece açıklayıcı bir tanımlama. Paxton “Faşizm halkın çöküşü, aşağılanışı ya da mağduriyetine dair takıntılı bir fikirle ve bunların yerini alacağına inandığı birlik, enerji ve saflık kültürleriyle belirlenen bir siyasi davranış biçimidir” diyerek tanımlıyor.

Öncelikle faşistler R. Paxton’un deyimi ile “takipçilerini harekete geçirecek şeytanlaştırılmış bir düşmana ihtiyaç duyarlar” ve “şeytanlaştırılmış bir iç düşmana karşı şiddettin meşrulaştırılması bizi faşizmin kalbine yaklaştırır” der. Benim yukarıda Türkiye’nin klasik faşizmin tanımına en çok yaklaşan deneyim olarak ele aldığım AKP’nin ise şeytanlaştırılmış düşmanı esas olarak 1923 Cumhuriyeti ve kazanımlarıdır.

Hitler Almanyası’nda Nazilerin iktidara gelmesinin arka planında yatan sebeplerden biri 1. Dünya Savaşı’nın rövanşist bir yorumla ele alınmasıdır. Buradan hareketle pek çok faşizm deneyimi bakıldığında geçmişe öykünen bir temele yaslanır. Bu Almanya için 3. Reich (yükseliş), Türkiye için betimlenecek olursa da Neo-Osmanlıcılıktır. 1871-1918 arası olarak kabul edilen 2. Reich dönemi 1. Dünya Savaşı’nın bitimi ile beraber çökmüş, ara dönem sonunda Nazilerin iktidara gelmesiyle beraber 3. Reich’ın hayat bulduğu, yeni bir yükseliş dönemine girildiği iddia edilmiştir. 3. Reich ile Almanya içeride arındırma, dışarıda işgal politikası ile yeniden imparatorluk günlerinin şaşasını yakalayacaktır. Hitler için Savaşın sonunda Almanya’ya dayatılan ve ağır maddeler barındıran Versay Antlaşması büyük bir utanç kaynağıdır. 3. Reich ile beraber bu tablonun üstesinden gelinecektir.

Türkiye için ise bu tarih 1923 Osmanlı devletinin yerine Cumhuriyetin geçirilmesidir. Hatırlanacağı üzere AKP iktidarının dönem dönem ısıtıp toplumun önüne attığı Lozan Antlaşması bir hesaplaşma aracı olarak ve emperyal fantezilere seslenme işlevi görmesi itibariyle kendi ideolojik perspektiflerinden bir utanç vesikasıdır. Bugün iktidarda bulunan cenahın alması gereken rövanş işte tam da 1923 ve devamında şekillenen esaslardır. Bugün gerek sınır ötesi operasyonlar gerek “iç düşmanlara” karşı verilen savaş gerek toplumun hem kurum ve kuruluşlarıyla hem sivil toplumun giderek dinselleşme ile çevrelenmesi bu rövanşist tutumun birer basamağıdır. AKP iktidarı ile beraber artık kendilerinin deyimi ile de parantez yavaş yavaş kapanmaktadır ve yerine karikatür bir Yeni Osmanlıcılık yerleştirilmeye çalışılmaktadır.

Avrupa’da ortaya çıkan faşizmin (özel olarak Almanya) 1. Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı sonuçlar üzerine şekillenmesi ile şu an Türkiye’de AKP iktidarı eliyle intikamı ya da rövanşı alınmak istenen kavganın gecikmelide olsa aynı tarihsel dönemin sonuçlarına bağlı olması dikkat çekicidir. İkisinin de öncülleri 1. dünya savaşının kaybedenleridir (2. Reich ve Osmanlı) İkisi de kendi öncülünün kaybedişinin resmiyetini ifade eden anlaşmaları çöpe atma derdindedir (Versay ve Lozan) ve ikisi de öncülüne referansla yeniden dirilişçidir (3. Reich ve Neo – Osmanlı)

Nazilerin Versay, AKP’nin Lozan üzerinden yürüttükleri propagandanın temel söylemi aşağılanmışlığın, ezilmişliğin üzerine oynamak ve bunun üzerinden bir duygu ortaklığı yakalamaktır. Camilerin ahır yapılması, halkın bir gecede cahil bırakılması gibi propagandalar üzerinden bir duygu ortaklığı yakalanmak istenmektedir.

Faşizmin olmazsa olmazlarından biri güçlü ve karizmatik lider figürüdür. Liderler kendilerini bir tür peygamber gibi gösterir ya da göstertirler ve hepsi kendince bir “dünya liderliğine” soyunmuşlardır. Ancak bu güçlü lider figürü aslında bizzat lider için bir o kadar tehlikeli bir şeydir. Kendisinden devamlı büyük zaferler, büyük başarılar beklenen lider bunu elde edemediğinde imajının gücü oranında hızlı bir düşüş yaşayabilir. Bunun için de asla duramaz, devamlı tırmanması gerekir. Savaş ve terör de dahil her yöntemi iktidarda kalmak üzere kullanmak zorundadır. George L. Mosse “Aslında terör, faşist rejimler hayatta kalmaya çalıştıkça artmıştır. Çünkü iktidardaki faşizmin büyüsünü kaybetmesi kolaylıkla toplumsal rahatsızlıklara yol açabilir” diyor. İktidardaki faşizm ve onun lideri için dolayısıyla en büyük tehlike “normalleşme”dir.

Faşist rejimler paramiliter güçlere ihtiyaç duyar. Normatif devlet aygıtının birer parçası olan ordu ve polisin yanında doğrudan faşist partiye bağlı paramiliter güçler hemen her faşist deneyimde kilit rol oynamıştır. Bugünün Türkiyesi’nde SADAT, HÖH vb. yapılar doğrudan parti liderliğine bağlı olmaları, toplumun ilerici kesimlerine dönük birer tehdit unsuru olmaları ve örgütlenme biçimi itibariyle Nazi Almanyası’ndaki SS birliklerini, Musolini İtalyası’ndaki Kara Gömleklileri anımsatmaktadır.

Faşizm özgür düşünceye düşmandır. Gobbels’in deyimiyle  “Basını hükümetin elinde piyano gibi çalabileceği bir alete dönüştürmek” dönemin karakterini yansıtması bakımından önemlidir. Bugünün Türkiyesi’nde havuz medyası diye tabir ettiğimiz kesimin gazete, televizyon, radyo ve internet araçlarından yaptığı propaganda Gobbels’in sözünde ifade ettiği gibi iktidarın istediği sesleri çıkaran bir çalgıdır. Öyledir ki bir bilgisayar oyunu görüntüsü devletin operasyon görüntüsü olarak verilebilir, yapılan fahiş zamlar “fiyat değişikliği” başlığıyla sunulabilir, kalpazanın teki cari açığı kapatan bir kahraman olarak afişe edilebilir, muhalif gazeteciler içeri tıkılabilir, insanlar bilgiye ulaşamasın diye Wikipedia gibi bir internet sözlüğü bile kapatılabilir. Kısacası tüm gerçek ters yüz edilebilir.

Ancak tüm bu ortaklıklarını belirttiğimiz noktalar akılda tutulmakla beraber unutulmamalı ki dönemin Almanya’sı ve AKP iktidarı açısından çok temel bir fark vardır ki o da uluslararası bağımlılık ilişkileri. Bugün AKP için içeride ve dışarıda saldırganlığı arttırmak ne kadar zaruri olursa olsun askeri, ekonomik ve siyasi olarak bağımlı olduğu kesimlerin çıkarlarını zedelemediği bir alanda sürdürebilir.

Yukarıda dikkat çekmeye çalıştığım ortak noktalar, tarihsel referanslar 20. yy’ın ilk yarısında iki savaş arası dönemde ortaya çıkan faşizm deneylerinden hareketle sürecin nerelere evrilebileceğine dair emareler taşıması açısından önemlidir. Ancak gerçeğin ve rasyonelliğin önüne bir tür sis perdesinin düşmesi diye de ifade edebileceğimiz bu dönemlerin dağılması hiç beklenmedik bir zamanda gerçekleşebilir. Sis perdesi dağıldığındaysa tüm bu yukarıda ifade ettiğimiz noktaların unsurları kendilerini saklayacak delik arayacaklar ve tarih sahnesinde asıl lanetlenenler onlar olacaklardır.

Yazarın Son Yazıları