Karanlığın içindeki Hatay

Yalnızca depremin değil, hayatta kalmanın yük olmaya başladığı depremzedelerin pek çoğu için gidecek bir memleket yok. Pek çoğu işsiz kalan, emekliliği olmayan insanlar, yeniden inşa edilecek şehirlerin şantiyelerinde işçi olmayı bekliyor.

Karanlığın içindeki Hatay
Yayınlama: 27.03.2023
A+
A-

Osman ÇAKLI

Televizyonların son dakika yayınlarıyla işittiğimiz “Maraş’ta deprem” ifadeleri o an için pek çok insan tarafından depremin şiddetiyle ilgili bir fikir vermemişti. Depremin büyüklüğünün uyandırdığı ürkütücülük ile yüzleşmek için ilk durağımız Antakya oldu. Otogar, tıka basa dolu, hiçbir şey nizami değil. Panik içerisindeki yüzlerce insan şehri terk etmeyi bekliyor. Dışarıdan gelenler ne ile karşılaşacağının farkında olmadan şoke oluyor. Savaş anlarını aratmayan anların tanıklığı devam ediyor. Kucağında bir bebek ile elini tuttuğu bir çocuk ve yanlarında diğer kardeşlerine göre daha büyük olan Suriyeli bir çocuğun kafasındaki yara hala açık. Saatlerdir bir şey yememiş olacaklar ki mahcup bir ifadeyle çocuklarına verilen sütü hemen kabul ediyor. “Daha ne olmuş olabilir” diye düşünürken, güneş enkazların arkasında kaybolup hava kararmaya yüz tutunca afetzedelerin bir başınalığı ortaya çıkıyor.

KIRMIZI MAVİ IŞIKLARIN AYDINLATTIĞI SOKAKLAR

Taş üstünde taş kalmayan Antakya ara sokaklarında ambulans, itfaiye ve bilumum siren sesli minibüslerin sesi bir an olsun susmuyor. Ana yollardaki trafik ulaşımı durma noktasına getirmiş, insanları gibi ulaşım da sıkışmış durumda. Çünkü alternatif güzergahlar yıkılmış ya da yıkılması an meselesi olan binalarla dolu. Elektrik ve suyun olmadığı kent genelinde bütün alt yapı şebekeleri çökmüş durumda. Geceyi siren lambasından çıkan kırmızı-mavi ışıklar aydınlatıyor. Peki nereye kadar?

Ara sokakların ıssızlığına eşlik eden sessizlik, savaş sonrası sahneleri andırıyor. Sokaklarında yürüdüğümüz Antakya, terk edilmiş hissi uyandırsa da enkazların altında insanlar olduğu herkesçe biliniyor. (Günler sonra pek çok insan enkazdan canlı çıkarıldı) Gerçeğin bu biçimi, insani olan bütün duyguları zorlayıp yıpratan cinsten. Enkazdan çıkarılmış ve bir kaldırıma bırakılmış cenazenin yanından geçerken yerde yatanın bir insan olabileceği hiç akla gelmiyor. Nedeni ise böylesi bir trajediye daha önce tanıklık edilmemiş olması belki de.

Foto: Osman Çaklı

PEYNİR TENEKESİNDE YANAN ATEŞ

Çökmüş binaların ya önünde ya da karşısında bir peynir tenekesinin içinde tutuşturulmuş birkaç odun parçasıyla yakılan ateşin başında oturan insanlar görünüyor. Bu ateşin yalnızca ısınmaya yaradığını söylemek eksik kalır. Yön bulmaya da yardımcı olan ışık parçaları aslında Antakya sokaklarının pusulası niteliğini de içeriyor. Depremzedeler duygusal çöküntüleri içerisinde dahi kimi görseler “gelin ısının” davetinde bulunuyorlar. Karşısında yan yatmış bir binayı işaret ederek, kısık ve solgun bir ses tonuyla “yakınlarım orada, enkazın altındalar” diyor. Kimse kurtarmaya gelmeyince, depremzedelerin pek çoğu kendi imkanlarıyla denedikleri kurtarma çalışmasında başarıya ulaşamıyor. Çaresizlik insanların suretinde mahzun ifadelere neden oluyor.

Depremin üzerinden 48 saat geçmiş, ne bir koordine var ne bir yemek ne de bir su. Depremzedeler için zaman, saniyelerin saatler, saatlerin günlere dönüştüğü biçimiyle işliyor. Ses çıkarmadan gözünden yaş süzülen insanlar depremin şiddetine dair pek çok ifadeyi içinde barındırıyor. Çocukluğun, gençliğin geçtiği, ailelerin kurulduğu, komşuluk ilişkisinin geliştirildiği sokaklar bütünüyle başlarına ‘yıkılmış’. Kimisi derdini anlatmak, hesap sormak isterken kimisi sessiz kalmayı yeğliyor.

Günler geçtikte iş makinelerinin sayısı artıyor. Enkazlarda artık arama kurtarma faaliyetlerine tanık oluyoruz. Fakat bu her enkaz için geçerli değil. Günler geçtikçe zamanın akışı da değişiyor. Artık bir gün bir saat gibi işliyor. Zaman daraldıkça enkaz altındaki yakınlarını bekleyenler çok daha öfkeli, çok daha sitemkar, çok daha bir başına. Hayatta kalanların artık ölenleri şanslı gördüğü duygu hali inceden kendine yer bulmaya başlıyor. Her şeyini kaybetmiş olanlar, çaresiz kabullenişleriyle artık cenazelerini alıp defnetmek için beklemeye koyuluyor. Depremin üzerinden bir hafta geçmiş olsa da sistemli bir faaliyeti neredeyse yok denecek kadar az.

‘NURHAK SANA GÜNEŞ DOĞMAZ’

Hatay’dan sonra Maraş’ın Nurhak ilçesindeyiz. 12 bin nüfuslu bu küçük ilçede depremin on birinci günü olması nedeniyle daha normal bir tablo ile karşılaşmayı beklerken kardan yolları kapanmış yardımların aksadığı, insanların yalnızlıklarından bir şeylerinin kalmadığını görmek, sorunların devam ettiğinin göstergesi olmuştu. Kullar Köyü’nde hayvancılıkla geçinenlerin deprem dışında başkaca sorunları da vardı. Ceplerinde parası olmadığı ve köyleri yıkıldığı için başka şehirden gelen tüccarlara 50 bin liralık hayvanı 8 bin liraya satmak zorunda kalmışlar. Kulakları, parmak uçlarını, ayakları hissizleştiren soğuk karşısında insanlar çadırda kalıyordu. Deprem öylesine bir yıkıntıya neden olmuş ki sobalar devrilip insanları yakmış. Bu köyde cenazesine ulaşılamayan iki insan olduğu tahmin ediliyordu. Üstelik depremin ardından iletişim olmadığı ve yollar kapalı olduğu için insanlar kar yiyerek hayatta kalmış.

Foto: Osman Çaklı/ Bu duvar son Hatay depreminde yıkıldı

ARTIK SADECE ‘MOLOZ’

Yüksek dağların arasında kıvrılan yollardan geçerek Maraş merkeze ulaşıyoruz. Depremin on ikinci günü. Azerbaycan ve Trabzon caddelerinde artık yalnızca iş makineleri var. Enkaz altında cenaze olmadığı söylense de yaygın bir şüphe var. Devlet için Maraş’ın yıkılmış yerleri artık yalnızca moloz niteliği taşıyor. Dolayısıyla bir an evvel kent merkezinden kaldırılması gerekiyor! Sıcak yemek Maraş merkeze ulaşmış, yemek saatlerinde kuyruk kıvrımlı bir kalabalığa sahne oluyor. Bazı sokaklarda yahut sırtında yahut elinde çantasıyla nereye gittiği belli olmayan insanlar görünüyor.

‘BİR BAŞINA ÇOCUKLAR’

Dikkat çeken başka bir durum ise enkazların arasında güvenlikli olmayan yerlerde yanlarında kimse bulunmayan çocukların alelade dolaşıyor olması. “Yakınlardaki bir çadırda kalıyorlardır” diye düşünmek istiyor insan, bu sırada sokakta kayboluyor çocuklar. Afet bölgesinin genelinde yanında ebeveyni olmayan çocuklar görünüyor. O yerlerden bir diğeri ise Antep’in Nurdağı ilçesi. 40 bin nüfuslu bu ilçede nüfusun yarısı gitmeyi tercih etmiş. Fakat pek çoğu uzak ya da güvenli yerlere gidememişler. Antep merkez ya da Maraş merkezdeki köylerine gidebilmiş insanlar. Konuştuğumuz bir depremzede 60 yaşlarında. Pazarcılık yapıyor. Kirada oturduğu evi yıkılınca çadır kentte geçmiş.

HAYATTA KALMANIN YÜKÜ

Nurdağı’ndan memleketi Maraş’a gitmek istiyor fakat, döneceği köyünde evi yok. Emeklilik de para da yok. “Herhalde olur bir şeyler” diyerek ne yapacağını kendi de bilmediğini ifade ediyor. Aynı durum Pazarcık için de geçerli, şehir bomboş. Gitmek isteyip gidemeyenler, kalma mecburiyeti hissedenlerin hayatta kalma kurgusu, şehirlerin yeniden yapılmasıyla doğacak istihdama yaslanıyor. Tek umut aslında mecburiyet. Akşam çökünce sokakta askerlerden başka kimse görünmüyor. Artık on üçüncü gündeyiz. Dönme vakti geldi. Fakat hala yeterli çadır, hijyenik tuvalet, su ya da elektrik afet bölgesine ulaşmış değil. Bütün olup bitenler karşısında görece depremden daha az etkilenmiş Adana’da ‘normal hayata’ karışınca beliren hissin sudan çıkmış balığa dönmek gibi olduğunu söyleyerek bitirelim.