Mevsimlik tarım işçileri sermayenin hizmetkarı değildir

Yayınlama: 24.08.2023
A+
A-
Muhtemelen büyük çoğunluğumuz John Steinbeckin başyapıtı olan Gazap Üzümleri kitabını okumuştur.

1930lu yıllarda başlayan ve dünyayı kasıp kavuran ekonomik buhran Amerikayı da etkilemiştir. Oklahomada köylüler çok zor durumdadır. Kuraklık, makineleşme, bankaların tutumları ve ekonomik nedenlerden dolayı hep pamuk yetiştirmek zorunda kalan çiftçilerin toprak sahipleriyle ortak olan arazileri çoraklaşır, verimden düşer. Bu yüzden işçi konumundaki çiftçiler toprak sahipleri tarafından çiftliklerden çıkarılır.

Romanda Tom Joad ve ailesiyle beraber toprağından koparılarak  sürgün edilen, bu bağlamda ekmek için umutlarla yola çıkan yüz binlerce insanın aç, sefil, ezilmiş, sömürülmüş yol hikayelerine tanık oluyoruz.

Tarım işçilerinin kamplarında kalıyorlar, göçmenlere olan tepkiden dolayı orada barınamıyorlar. Başka yerlere giderek şeftali toplama işinde çalışıyorlar. Ne yazık ki orada da kazançları ancak boğaz tokluğuna yetmektedir. Sonbaharda kamp alanlarını su basması sonucu perişan olan yaşamları…

***

Hikaye ne kadar tanıdık değil mi?

Hikayede anlatılan durum aslında ülkemizdeki mevsimlik tarım işçilerinin hikayesidir.

Ülkemizde mevsimlik tarım işçileri 1950li yıllarda Doğu ve Güneydoğu bölgesinde topraksızlaştırma, mülksüzleştirme ve 90lı yıllarda uygulanan savaş ve güvenlikçi politikalar nedeniyle kendi toprağından koparılarak batı illerinde verimli tarım arazilerinde çalışmaya gelmek zorunda bırakılan gezici mevsimlik Kürt tarım işçileridir.

Son 20 yılda Kürt ve Roman tarım işçilerinin yanına yine savaşlar nedeniyle ülkemize gelen göçmen işçiler de eklemlenmiştir.

Kırdan kıra göç olgusu içinde mevsimlik tarım işçileri güvencesiz çalışma,ulaşım, barınma, sağlık, hijyen ve temiz suya erişim konusunda çok büyük sıkıntılar çekmektedirler.

Aynı zamanda siyasiler tarafından körüklenen ırkçı ve nefret söylemleri toplumda Kürt ve göçmen işçilere karşı yapılacak saldırıların açık hedefi haline getirmektedir.

Türkiye birinci yüzyılında karşılaştığımız büyük utanç tablosu mevsimlik tarım işçilerinin yaşam koşullarıdır.

Sermaye düzeninde kadınların, çocukların ücretsiz işçi olduğu, iş göçü deposu haline getirdiği alan mevsimlik tarım işçiliği alanıdır.

AKP iktidarıyla beraber bilinçli olarak uygulanan talan ve rant politikalarıyla doğayı yok eden, emeği hiçleştiren ve insan bedenini sömüren modern kölelik düzeni dediğimiz yaşam koşullarına maruz bırakılan mevsimlik tarım işçileri, içinde yaşadığımız 21. yüzyılda 11. yüzyılın yaşam şartlarına mahkum ediliyorlar. Seslerini duyuramıyorlar çünkü örgütlenmelerinin önüne bin bir bariyer konulmuş bir alan.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisinin her ay yayınladığı iş cinayetleri raporuna göre tarım sektöründe her yıl yüzlerce işçi hayatını kaybediyor. Denetimsiz kamyon ve römork kasalarında iş alanlarına taşınırken iş cinayetinde kurban verilen hayatlar…

Bu kazalar iş cinayeti değil de kaza diye geçiştirilen, basında kendisine ikinci veya üçüncü sayfada yer bulan, sıradan kaza haberiymiş gibi servis edilmesinin ötesinde; durumun kendisini toplum nezdinde normalleştiren, kanıksatan iktidarın algı mühendisliği var. 22 yıldır kendilerinin sebep olduğu yıkım politikalarıyla sorumluluk üstlenmekten kaçınan bir iktidar anlayışıyla karşı karşıyayız.

***

Bursa Su Kolektifi olarak Bursa yerelinde doğa, emek ve insan bedeni kapsamında ‘emekoloji’ dediğimiz alanın ilk adımını ekolojistlerin, halk sağlığı uzmanlarını, işçilerin katılımıylainsanın bedeninden doğanın bedenine” çağrısıyla  Emeğin Ekolojisi panelini gerçekleştirdik.

Emekoloji çalışma grubu oluşturarak Bursanın Yenişehir, İnegöl, Kemalpaşa ve Karacabey ilçelerinde her yılın mayıs ayında göçle gelen, ekim ayının sonunda tersine bir durumla memleketlerine dönen sayısının 20 binlerle ifade edildiği  Kürt, Roman ve göçmen mevsimlik tarım işçilerinin kaldıkları çadır alanlarında ve çalıştıkları tarlalarda yaşam koşulları üzerinden gerekli  incelemeleri yapıp gözlemlerimizi kamuoyuyla paylaşıyoruz. Küresel iklim değişikliği neticesi dediğimiz iklim krizinin tetiklediği kurak ve aşırı sıcakları yaşadığımız bu günlerde geçen hafta sonunda Kemalpaşa ilçesinde iki noktada bulunan Kürt tarım işçilerinin çadır alanlarını ve çalıştıkları tarlalarda inceleme gezisi yaptık.

Kadın işçileri, erkek işçileri ve çocukları dinlediğimize karşımıza en büyük sorun olarak temiz suya erişim ve alanda elektrik sıkıntısı çektikleri ifade etmeleri oldu. Çadır alanlarında kaynağı belirsiz, muhtemelen kuyu suyu olmalı ki plastik boruyla taşınan suyun su vasfını yitirdiğini, çamurlu ve kırmızı aktığını gözlemledik.

Kadınlar çocuklarını çamurlu suyla yıkamak zorunda kaldıklarını, bu suyla yıkanan çocukların aynı zamanda kusma, ishal gibi sağlık sorunlarını da yaşadıklarını söylemeleri, içme suyunu da yakında bulunan köyden para vererek arıtma suyunu çocuklar tarafından taşınan 5 litrelik küçük damacanalarla temin ettiklerini gözlemledik. Yine kirli akan suyla çamaşırlarını yıkamak zorunda kaldıklarını öğrendik.

Oysa su hakkı dediğimiz temiz suya erişim uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan insanlık hakkıdır. Alanda elektrik olmamasından dolayı geceleri karanlık içinde kaldıklarını, kendi gayretiyle küçük güneş paneli denen aparat vasıtasıyla elde ettikleri enerji sayesinde telefonları şarj ettiklerini öğrendik.

Günlük ücretlerinin yeni 400 TL olduğunu bunun % 10unun dayıbaşı tarafından komisyon olarak kesildiğini, ulaşım için günde 40 TL harcadıklarını, her gün zamların, pahallığın katmerlenerek artmasıyla aldıkları ücrettin asgari ücretin altında kaldığını öğrendik.

Derme çatma sazlıktan yapılmış özel alanların olmadığı açık çadırlar, çadır alanlarının dibinde üstü açık kendi yaptıkları hijyen koşullarının olmadığı tuvalet alanı, yine topladıkları çalı çırpıyla derme çatma bir şekilde oluşturdukları banyo çadırı vardı.

Konuştuğumuz işçiler çamur gibi akan suyla banyo yapamadıklarını, kirli suyla banyo yaptıklarında ise bedenlerinin çamur içinde kaldıklarını bize aktarmaları oldu. Yemek yapmak için mutfak alanlarının olmayışı, aşırı sıcaklar ve elektriksiz ortamda yemeklerini muhafaza edecek buzdolapları olmadığını öğrendik.

***

Tarım işçiliği alanında bütün gözlemlerimiz sonucunda en büyük mağduriyetlerin öznesi çocuklar ve kadınlardı.

Sağlıksız ve hijyensiz koşullarda büyüyen, okul hayatından koparılan, tarlada çocuk işçi olarak çalışmak zorunda bırakılan, korunaksız çadır alanlarında kaynar suyla yanma, boğulma gibi bir çok tehlikeye maruz kalan çocuklar…

Geçtiğimiz ayda İnegöle çalışmaya gelen Urfalı tarım işçisi bir ailenin küçük kızları Esmanurun uyuduğu esnada kamyonetin altında can vermesini basından öğrenmiştik.

Alanda engelli çocukların oluşu, kadının hem iş hem çadır, hem yemek  hem de bakım yükünün altında ezildiğini kendi ifadeleriyle rezalet bir yaşam içinde olduklarını ifade etmeleri, çadır alanlarında erkekler tarafından kadınlara uygulanan fiziksel ve duygusal şiddettin varlığının anlatılması kadar yazılması da zor.

***

22 Kasım 2022de İŞKUR önünde Bursa ilinde bulunan Mevsimlik Tarım İşçilerinin yaşadıkları emek ve hak ihlallerine karşı yaşam şartlarındaki tüm olumsuzlukların giderilmesi, Mevsimlik Gezici Tarım İşçilerinin Çalışma ve Sosyal Hayatlarının İyileştirilmesine dair Başbakanlık genelgesiyle görevlendirilen kamu kurum ve kuruluşlarınca acilen genelgenin uygulanmasını ve bu minvalde 2023 yılında ilgili kurumların sorumluluklarını yerine getirmesini talebinde bulunmuştuk.

O günden bugüne ziyaret ettiğimiz çadır alanlarında işçilerin hiç bir kurum tarafından ziyaret edilmediklerini, sorunlarını aktaracak bir yetkiliyle karşılaşmadıklarını öğrenmiş olduk.

Mevsimlik tarım işçilerinin duyulmayan sesi olmaya devam edeceğiz.

Bursa Su Kolektifi olarak pandemi sürecinde kuruluşumuzu deklere ettiğimizden bu güne kadar Bursa yerelinde işlenen ekokırım suçları başta olmak üzere çürümenin eşiğindeki  Marmara Denizindeki müsilaj sorununa karşı, deşarj edilmeyen sanayi ve evsel atıklar  tarafından kirletilen Nilüfer Çayı, 1961 yılında 13.000 hektarlık alanın 1. Derece Sit Alanı sayılarak Milli Park statüsünü alan Uludağ’ın 14 Temmuzda Cumhurbaşkanı kararının Resmi Gazetede yayınlamasıyla 2.100 hektarın milli park vasfından çıkartılarak Uludağ (T)Alan Başkanlığına devredilmesi sürecine kadar yaptığımız eylemsellikler, ilgili kurumlar önünde bir yıl boyunca basın açıklamaları yapan ve o kurumlara dilekçeler vererek görevlerini hatırlattığımız, sokakta imza kampanyaları başlatarak halkı bilgilendiren yaşam zincirini oluşturan ve ekoloji mücadelesini ülke çapında ortaklaştıran ve dayanışma gösteren gönüllüler topluluğuyuz.

Yaşam alanlarımıza karabasan gibi çöken, kast eden BEŞLİ”ye karşı, talan ve rant politikalarıyla dört bir tarafımızda işlenen ekokırım suçlarına karşı, Cudiden Hevsele, Kazdağları’na, İliç’e, Akbelene, Dikmeceye, Hataya kadar ekoloji ve emekoloji mücadelemiz ortaktır.

Ortaklaşarak, dayanışarak beraber kazanacağız!