Bir çocuğun açlığı, bir ülkenin sessizliği

Yayınlama: 05.11.2025
A+
A-

Yoksulluk, artık geçici bir durum değil; doğan her çocuğun kaderine kazınan yapısal bir eşitsizlik haline geldi.

Okul sıralarında karın aç, umut eksik; zihinler yorgun, hayaller yarım.

Ve biz, büyüme rakamlarının arkasında sessizce kaybolan bir nesli izliyoruz.

Oysa bir ülkenin en büyük yatırımı, kendi çocuklarını tok ve eşit büyütmesidir…

UNICEF Küresel Araştırma ve Öngörü Ofisi ’nin yayımladığı “Çocuk Refahı Raporu”, artık sadece bir tablo değil, bir utanç aynası.

Türkiye, 36 OECD ülkesi arasında 35. sırada.

Evet, sondan ikinci.

Yani başka bir ifadeyle: çocuk olmak için en kötü ikinci ülke Türkiye.

Raporun dili diplomatik; bizim dilimiz değil. Biz daha açık söyleyelim: bir ülke, kendi çocuklarına bunu yapmaz, yapmamalı

Hollanda birinci sırada, Portekiz dördüncü, Japonya on dördüncü… Biz 35’inci sıradayız.

Yani çocuklarımız sadece yoksul değil, mutsuz da.

Ve en tehlikelisi: bu duruma alışıyoruz.

OKULDA AÇLIK: ÖĞLE YEMEĞİ YOKSA ADALET DE YOK

UNICEF verilerinin yanında Türkiye’deki bir başka sessiz kriz daha var: devlet okullarında ulusal ücretsiz öğle yemeği programının yokluğu.

Bu sadece bir yemek meselesi değil — sınıfsal bir kırılma.

Bugün Türkiye’de çocuk açlığı artık istisnai değil, olağan bir manzara.

Birkaç yıl önceki en güncel veriler, her dört çocuktan en az birinin okula aç gittiğini gösteriyordu.

Bugün, hepimizin yaşadığı gıda enflasyonu ve gelirlerdeki erime karşısında bu tablonun daha da kötüleştiğini tahmin etmek zor değil.

Çocukların açlığı artık sadece yoksul hanelerin değil, orta sınıfın da gündelik gerçeği haline geldi.

Nelson Mandela, “Eğitim, dünyayı değiştirmek için kullanılabilecek en güçlü silahtır,” demişti.

Bugün buna şunu eklemek gerekiyor: Ücretsiz okul yemeği de eğitimin niteliğini değiştirmek için en güçlü araçtır.

Brezilya, bundan yıllar önce “çocuk açlığıyla mücadele” için başlattığı okul yemeği programını büyüttü;

bugün her gün 150 bin devlet okulundaki yaklaşık 40 milyon çocuğa sıcak yemek ulaştırıyor.

Üstelik o yemeklerin büyük kısmı yerel çiftçilerden ve aile işletmelerinden geliyor.

Yani orada okul, sadece öğretmiyor , yaşama dersi de veriyor.

Okul yemekleri aslında bir harcama değil, en akıllı yatırımlardan biri.

Uluslararası araştırmalar, bu programlara yatırılan her 1 doların 7 ila 35 dolar arasında geri dönüş sağladığını ortaya koyuyor.

Yani çocukların sağlığı ve eğitimi için harcanan her kuruş, gelecekte daha üretken bireyler, daha güçlü ekonomiler ve daha adil toplumlar olarak katlanarak geri dönüyor.

Karın doymazsa, zihin açılmaz.

Eğitim ortamı açlıkla boğuşan çocuklar için bir oyun alanı değil, hayatta kalma mücadelesi oluyor.

Gelişmiş ülkelerde bu konu hâlâ tartışılabilir ama Türkiye’de artık tercih değil, zorunluluk olmalı:

Her okulda sıcak yemek, her sınıfta umut.

TENEFÜS ARALARINDAKİ YOKSULLUK

Yoksulluk artık bir istatistik değil; teneffüs aralarında yaşanan bir sahne.

Birçok okulda tablo aynı: her yedi çocuktan sadece biri kantinden bir şey alabiliyor.

Geri kalan çocuklar, kantinin önünden bile geçemiyor.

Bazı öğrenciler açlıktan ders ortasında fenalaşıyor; öğretmenler ya da kantin işletenler, gizlice bir parça sandviç ya da simitle o çocukların karnını doyurmaya çalışıyor.

Gelir seviyesi düşük mahallelerde bu tablo daha da ağır; orada açlık istisna değil, gündelik rutindir. Bunu görmek için kâhin değil, yalnızca insan olmak yeter.

GELECEK, DOYMUŞ KARINLARLA KURULUR

Bu ülke uzun zamandır büyüme peşinde ama kendi çocuklarını büyütmeyi unuttu.

Eğitimde eşitsizlik, sağlıkta adaletsizlik, beslenmede umursamazlık…

Hepsi birleşince, ortaya kocaman bir kayıp nesil çıkıyor.

Bu tabloyu değiştirmek için bir hükümet kararından fazlasına, bir vicdan seferberliğine ihtiyaç var.

Her okulda sıcak yemek olmalı.

Ruh sağlığı desteği bir lüks değil, zorunluluk olmalı.

Çocuk politikaları sosyal yardım değil, toplumsal yatırım olarak görülmeli.

KIRSALDA KAPANAN OKULLAR, KAYBOLAN ÇOCUKLUKLAR

Türkiye’de son 17 yılda tam 17 bin 951 köy okulu kapandı.

Bu sayı, yalnızca binaların değil, köylerdeki çocukluğun da kapanışı demek.

Okulları kapanan binlerce çocuk, merkezi okullara yönlendirildi; eğitim, yaşadıkları yerin uzağında, yabancı bir çevrede sürdürülmeye çalışıldı.

“Taşımalı eğitim” adı altında başlayan bu sistem, kısa sürede bir zorunluluk haline geldi.

Şimdi ise yeni tasarruf tedbirleri bahanesiyle çocuklar bu haktan da mahrum bırakılıyor.

Kırsalın çocukları sabahın karanlığında kilometrelerce yol gidiyor, bazen servis bulamadığı için eğitimden tamamen kopuyor.

BİR ÜLKE, ÇOCUKLARININ MUTLULUĞU KADAR GÜZELDİR

Hollanda’da bir çocuk gökyüzüne bakıp “büyüyünce kim olacağım” diye soruyor.

Ama Türkiye’de bazı çocuklar “bu akşam karnım doyacak mı?” diye düşünüyor.

İşte fark bu.

Ve belki de en acısı şu:

Bir ülkenin geleceği, okul bahçesinde aç bekleyen, kantine uzaktan bakan bir çocuğun gözlerinde şekilleniyor.

O çocuk tok olmadıkça, hiçbirimiz doymuş sayılmayız.

ERKAN ERDEM