Yarası derine gitmişler: Toplumun kanayan yarası

Yayınlama: 27.11.2024
A+
A-

Hayatta bazı yaralar vardır; sessizce içe gömülen, dışarıdan belli olmayan, ama kişiyi içten içe kemiren. Bu yaralar fiziksel iz bırakmaz; ancak bireyin ruhunu yavaş yavaş tüketir. Toplumun dokusuna sirayet eden, görünmez ama etkisi hissedilen bu yaralar, özellikle yaş almış bireylerde daha da derinleşir. Yaşlılar, yılların yükünü sırtlarında taşır ve çoğu zaman bu yükün altında ezilir.
Yaşlılar, yılların onlara yüklediği acıları sessizce taşır, çünkü onlardan “dayanıklılık” beklenir. Acılara katlanmak, bir çeşit erdemmiş gibi sunulur. Halbuki bu “dayanıklılık” denilen şey aslında bir çöküştür; ruhun yavaşça tükenişi, görünmez bir yaralanmadır.

TOPLUMUN KÖR NOKTASI: GÖRÜNMEYEN YARALAR

Yaşlı bireylerin yaşadığı zorluklar, toplumun gözünde çoğu zaman görünmezdir. Bir ömür boyu yaşanan kayıplar, yalnızlık, ekonomik zorluklar ve sosyal destekten yoksunluk, bireyin ruhunda kapanması zor yaralar açar. Toplum bu bireyleri sessizliğe mahkum eder; “güçlü olmak” bir erdem değil, hayatta kalmanın tek yolu haline gelir.

HUZUREVİNDE YAŞANAN DRAMLAR

Huzurevinde karşılaştığım Ali Abi, bu durumun çarpıcı bir örneğiydi. Çocuklarıyla konuşmayan, emekli olamamış ve yaşlılık aylığı ile yaşamaya çalışan Ali Abi, aylık 4.500 TL yaşlılık aylığı ile huzurevi kesintilerinden sonra eline kalan günlük 50 TL ile hayatının sonuna kadar ihtiyaçlarını karşılamak zorundaydı. “Torunun düğününe çağırmadılar beni,” dediğinde gözlerinde görülen şey, geçmişin sessiz bir yüküydü ve çaresizliğiydi. Onun hikayesi, yalnızca bireysel bir dram değil, toplumsal bir gerçeğin yansımasıydı.

SOĞUK KIŞ GÜNLERİNDE BATTANİYE ALTINDA BİR YAŞAM

Şehirlerde en düşük emekli maaşı olan 12.500 TL ile yaşamaya çalışan milyonlarca insan, modern dünyanın çelişkilerini yaşıyor. Hayat pahalılığı ve artan enerji maliyetleri, emeklileri temel ihtiyaçlarını karşılamakta bile zorlar hale getirdi. Kışın soğuğunda kombiyi çalıştırmaya cesaret edemeyenler, battaniyelere sarılarak oturuyor. Kahveye gidip bir bardak çay içmek bile onlar için lüks hale gelirken, parkta banklara oturarak vakit geçirmek, sosyalleşmenin tek bedava yolu haline gelmiş durumda.

Bu insanlar, bir ömür boyu çalışıp emek verdikleri bir ülkede, yaşamlarının son dönemini huzur ve refah içinde geçirmeyi hak ederken, kendilerini hayatta kalma mücadelesinin tam ortasında buluyorlar. Artık çocuklarının desteğine muhtaç, evlerin soğuk odalarında battaniye altında geçen bir emeklilik var. Bu, sadece bireylerin değil, bir sistemin tükenmişliğinin göstergesidir.

EKONOMİK YARA: EMEKLİLİKTE YOKSULLUK

Yaşlı bireylerin çoğu, yeterli sosyal güvenceye sahip olmadan yaşamlarını sürdürmek zorunda kalıyor. Emekli maaşlarının yetersizliği, artan hayat pahalılığı ve sosyal destek eksikliği, onların ruhunda kapanmaz yaralar açıyor. Kombiyi açamamak, bir bardak çayın maliyetini hesaplamak, huzurlu bir emeklilik yerine her gün yeni bir hayatta kalma planı yapmak, emekliliği bir kabusa çeviriyor.

RUH SAĞLIĞI BİR “LÜKS” MÜ?

Birçok yaşlı birey, depresyon, anksiyete ve yalnızlık gibi sorunlarla mücadele ediyor. Ancak bu sorunların çözümü için gerekli olan psikolojik destek, çoğu zaman bir “lüks” olarak görülüyor. Toplumsal algılar, yaşlıların ruh sağlığı ihtiyaçlarını görmezden gelirken, ekonomik engeller de bu hizmetlere erişimi neredeyse imkansız hale getiriyor. Yardım istemek “zayıflık” olarak algılanırken, aslında toplumun gerçek zayıflığı dayanışma eksikliğinde yatıyor.

SUSTUKÇA DERİNLEŞEN YARALAR

Ahmet Arif’in dediği gibi: “Yaran derine gitmiş, fitil tutmaz bilirim.” Toplumun en kırılgan bireyleri olan yaşlıların görünmeyen yaralarını görmek ve onları iyileştirmek, yalnızca bireysel değil, toplumsal bir sorumluluktur. Ali abi gibi hikayeler, sessiz çığlıklar olarak yaşamlarımızın bir köşesinde yankılanıyor.

Ancak bu hikayeleri dinlemek yetmez; çözüm üretmek gerekir. Sosyal politikaların güçlendirilmesi, ekonomik adaletin sağlanması ve ruh sağlığı hizmetlerinin erişilebilir hale getirilmesi, bu yaraların derinleşmesini önleyebilir. Çünkü sustuğumuz her an, yalnızca bireysel hikayeler değil, toplumun vicdanı da yara alır.