Sömürü çarklarında: Sessiz İstifa

Sessiz istifanın genel olarak mevcut pozisyonunu terk edemeyen çalışanlarda ya da alternatif iş olanaklarına erişimi kısıtlı çalışanlarda yaygın olarak göründüğünü söylemek mümkün. Böylelikle hem olası riskleri en aza indirgenmiş olarak bir sınıfsal refleks gösterilmiş olup, hem de özellikle beyaz yaka çalışanlar için özsaygı yitiminin de minimize edilmesi gibi bir işlev görmesi söz konusu olabiliyor…

Yayınlama: 09.11.2022
A+
A-

Bugünlerde tüm dünyada adına “sessiz istifa” denen bir kavram dolaşıyor. Kavram kulağa yeni gelebilir ancak içeriği muhtemelen sınıflı toplumların ortaya çıkması kadar eski. En kısa ifade biçimiyle işçilerin, çalışılan şirketin çıkarları uğruna ekstra bir gayret sarf etmemesi olarak ifade edilebilir. Özellikle zam dönemlerinde beklentilerin karşılanmaması, yüksek performans sonrası işveren ya da işveren temsilcisinin durumdan memnun olmaması, mobbing gibi hadiseler, bu davranış biçimini tetikleyen faktörler olarak öne çıkıyor.

ALTERNATİF OLANAKLARA ERİŞİMİ KISITLI OLANLARDA YAYGIN

Sessiz istifanın genel olarak mevcut pozisyonunu terk edemeyen çalışanlarda ya da alternatif iş olanaklarına erişimi kısıtlı çalışanlarda yaygın olarak göründüğünü söylemek mümkün. Böylelikle hem olası riskleri en aza indirgenmiş olarak bir sınıfsal refleks gösterilmiş olup, hem de özellikle beyaz yaka çalışanlar için özsaygı yitiminin de minimize edilmesi gibi bir işlev görmesi söz konusu olabiliyor. Dolayısıyla çalışma alanı içinde kapana kısılmış olsa da istifa etmek için gerekli koşulları olmayan ya da yapılan işin bir yan getirisi olan statüyü kolayca terk edemeyen işçi sınıfı katmanının davranış biçimidir diyebiliriz.

Özellikle pandemiyle beraber yaygınlaşan evden çalışma ve bunun getirisi olarak esnek çalışmanın daha da yaygınlaşması, beyaz yaka çalışanların gerektiğinde 7/24 çalıştırılabilmelerini sermaye açısından daha elverişli hale getirdi. Uzun ve sınırları belli olmayan çalışma saatleri nedeniyle pek çok beyaz yakalı, mental sağlık sorunları yaşadılar ve artan bir tükenmişlik sendromuna kapıldılar. Tam da bu nedenle sessiz istifa, çalışanların görev tanımlarına ve yasal olarak ifade edilmiş çalışma saatlerine dair sınırları yeniden çizmelerine dönük bir hareket biçimi olarak dünya kamuoyunda konuşulur hale geldi.

DİRENİŞ Mİ GEÇİÇİ REAKSİYON MU?

Ancak bunu bir direniş biçimi olmaktan ziyade, geçici bir reaksiyon ya da tepki olarak ele almak daha doğru olacaktır. Çünkü genel olarak kendine edindiği amaç, işverene geri adım attırmak değil, işverenin çoğu zaman haberi bile olmayacağı ya da hissetmeyeceği şekilde, uzun çalışma saatlerinin, ödenmeyen fazla mesailerin bir tür alternatif maliyetini işverene yansıtmakta eylemi olarak düşünülmelidir. Bu biçimiyle de işveren tarafından hissedilebilir bir farkındalık tablosu yaratamadığından, hem nitelikli iş gücü olarak beyaz yakalı çalışanların sahada tutulması, hem de işveren açısından katlanılamaz bir maliyetin ortaya çıkmaması gibi bir durum genel olarak söz konusu.

KANTARIN TOPUZU İŞVEREN ALEYHİNE KAÇMAYA BAŞLADIĞINDA

Peki tam da yukarıda bahsettiğimiz senaryoda kantarın topuzu işveren aleyhine kaçmaya başladığında ne olur? Özellikle yasaların belirgin bir şekilde işçinin aleyhine olduğu ülkelerde, sessiz istifa tarzı reaksiyon biçimlerinin sürdürülebilirliği soru işareti. Toplantılara katılmaktan kaçınmak, performans baskısı karşısında rölantide çalışmak gibi eğilimler, belli bir noktada firma tarafından iş akdinin sonlandırılmasıyla kolaylıkla sonuçlanabiliyor. Müşterinin ya da firma yöneticilerinin telefonlarına mesai saatleri dışında cevap vermemek, kolaylıkla bir kılıf bulunarak işçinin işten çıkarılmasına sebep olabiliyor..

Elbette ki bu davranış biçiminin işaret ettiği pek çok şey mevcut. Bir eğilim olarak beyaz yakalı çalışanların direnç eğilimi ve sistemle olan uzlaşmaz ya da daha doğru bir deyişle uzlaşamaz çelişkileri, onları da kapsayacak bir örgütlenme biçimini gerekli kılıyor. Bugün adı sessiz istifa olarak adlandırılan ama kadim zamanlardan bu yana gelen sermaye sahibini cezalandırma eğilimi, değiştirici ve dönüştürücü bir güce dönüşebilmesi, sendikal örgütlenme hakkı, yasal güvenceler ve çalışan lehine kalıcı kazanımlar elde edilebilmesi için önüne daha “sesli” bir hareket ve hedef biçimi koyması gerekiyor. Bu reaksiyoner eğilimin saman alevi gibi parlayıp sönmemesi ve ileriye dönük kazanımlar getirmesi için sorunu bireysel bir tepki olmaktan çıkarmanın ve ortak fayda havuzuna kanalize etmenin yollarına kafa yormak gerekiyor.

Yazarın Son Yazıları