Evet, okullar her eğitim-öğretim yılı başında yaşanılan sorunlarla, tartışmalarla birlikte yeniden açıldı.
Sorunların bir kısmı yıllardır bildiğimiz, çözülmeyen ve büyüyerek devam etmekte olan sorunlarken bir kısmı ise yeni muhatabı olduğumuz, yeni tanıştığımız sorunlar. Tartışmalar ise yapılmak istenilenleri eleştirel bir akıl ile tartıp biçen bir grup muhalif insanın itirazları üzerinden yapılıyor.
Sorunların hepsini detaylı bir şekilde burada tartışmak mümkün olmadığından kısa ve öz bir şekilde değerlendirmek en doğrusu olacak.
Yeni muhatabımız ve en baş köşeye oturan sorunumuz, ilgili herkesin malumu olduğu üzere, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” oldu. Hükümetin, müfredat değişikliği adı altında hiçbir eğitim paydaşının görüş ve önerisini almadan hazırladığı modelin ana hedefinin tek tip; düşünmeyen, sorgulamayan, eleştirmeyen, milli ve dini değerler çerçevesinde insanlar yetiştirmek olduğu net bir şekilde görülüyor.
Müfredatı desteklemek, çocuklar üzerinde daha etkili olmak için ise “ÇEDES” projesi ve proje kapsamında yapılan protokoller ile eğitimin dinselleşmesinin önü açılmıştır. Elini kolunu sallayarak okullara giren ve hatta çocukları cami vb. yerlerde çeşitli etkinlik ve eğitimlere götürebilen cemaatler, vakıflar ve Diyanet yetkilileri eğitimin merkezine sokulmuşlardır. Aslında tüm bu yapılmak istenilenleri en yalın şekliyle Hulusi Akar geçenlerde yaptığı bir konuşmada şöyle anlattı; ” Eğitimin amacı ne? Eğitim bilgi değil arkadaşlar… Bir Allah korkusu, iki kuldan utanma; eğer biz dört- on iki yaş arası çocuklara Allah’ tan korkmayı, kuldan utanmayı verirsek… Ve diğer milli ve manevi değerlerimizi onlara yüklediğimiz takdirde ondan sonra bu çocuk nereye giderse gitsin.” İşte yeni müfredat ile yapmak istedikleri tam da bundan ibaret; çocuk yaşta korkuya, biat etmeğe dayalı ve düşünmelerini, sorgulamalarını, eleştirmelerini engelleyerek yani “yükleyerek” eğitmek. Yani, “Herkes aynı düşünüyorsa, kimse çok fazla düşünmüyordur” özlü sözüne uygun şekilde insanlar yaratmak.
Maarif modelinde hedefe ulaşmak için eğitimin en önemli uygulayıcısı olan öğretmenlerinde bu ideolojik program çerçevesinde yetiştirilmeleri hedeflenmiş ve “Öğretmen Meslek Kanunu” hazırlanarak ” Eğitim Akademileri” kurulmuştur (Meclis’teki görüşmeler özellikle Eğitim Sen’in etkili direnci sayesinde şimdilik ertelense bile). Yani müfredat tamam, öğrenciler hazır, geriye öğretmenlerin bu ideolojik plan çerçevesinde yetiştirilmeleri ve atanmaları kalıyor.
Gelelim okulların diğer sorunlarına:
Bazen açıkça, bazen gizli, bazen ismi değiştirilerek birçok okulda kayıt parası alınmaktadır. Bu para, bazı okullarda bağış, gönüllü bağış, aidat adı altında, bazı okullarda ise aile birlikleri aracılığıyla direk talep edilmektedir. Herkesin ulaşması gereken anayasal hak olan parasız, kamusal eğitim hakkının bir kez daha laftan ibaret olduğunu anlıyoruz.
Okullarda yardımcı personel ve buna bağlı olarak temizlik sorunu ve güvenlik sorunu artarak devam etmektedir. MEB bu yıl okullarda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile yaptığı iş birliği gereğince İşgücü Uyum Programı (İUP) kapsamında yardımcı personel çalıştıracak. MEB ve CSGB Haftada üç gün ve ortalama sekiz bin (8 bin) lira maaşla çalıştırılacak olan bu işçiler üzerinden emek sömürüsü yapmaktadırlar.
Mesleki Eğitim Merkezlerinin (MESEM) yaygınlaştırılması ve meslek lisesi öğrencilerinin işletmelerde ucuz iş gücü olarak çalıştırılmasının önünün açılmasını sağlayan kanun lise öğrencilerini ve lise mezunu çocukları işletmelerde ucuz işgücü olarak, meslek edindirme adı altında sömürmektedir. Ayrıca bu yıl dört ilde eğitim- öğretime başlayacak olan ” Mesleki Ortaokullar” ile emek sömürüsü alt yaş gruplarına çekilmektedir.
Kantinler, servisler, taşımalı eğitim, fiziki koşulları eğitim-öğretime uygun olmayan okullar, gelecek kaygısı ile üniversitelerde okuyan gençler, yurt sorunları, taşralarda açılan akademik kadrosu yetersiz fakülte ve yüksekokullar, metezori meslek liselerine ve imam hatip liselerine kayıt yaptırmak zorunda kalan öğrenciler, evinin yakınında nitelikli bir okul bulamayıp kilometrelerce ötede bulunan bir okula gitmek zorunda kalan öğrenciler, atanamayan öğretmenler, aynı işi yaptığı halde ücretli, öğretmen, uzman öğretmen, baş öğretmen olarak çalıştırılan ve eşit işe eşit ücret ilkesine ters düşen haksız ücretler, okulların iç işleyişinden, idareci atamalarına, müfredattan, örtük müfredata eğitim-öğretim yılının başlangıcında karşı karşıya olduğumuz sorunlardan sadece birkaçını oluşturmaktadır.
Çocuklarımızın eğitimi ve gelecekleri artık ve sadece büyükler(imizin) elindedir. Yukarıdan alınan kararlar ve hazırlanan programlarla bir toplum dizayn edilmektedir. Unutmamak gerekir ki bir ülkenin eğitimi, ekonomisi ve sosyal yapısı birbiriyle bağlantılıdır.