Hiç dost kazığı yediniz mi?

Yayınlama: 18.11.2022
A+
A-

“Arabayı alabilir misin” diye sordu çocukluğumdan beri yan yana büyüdüğüm arkadaşım.

“Alırım” diye cevapladım, sonuçta üniversiteden gelmişim ve artık babamın istediği gibi bir çocuk olduğum için o kadar özgürlüğümü yakalamışım.

“Hadi bir mahalleye gidip gelelim” dedi…

Atladık arabaya…

Yoldan da daha önce tokalaştığım ama bir türlü isimleri aklıma gelmeyen iki arkadaşını aldık, can dostumun.

Soğuk bir sonbahar gecesi düştük yola.

Açmışım ısıtıcıyı…

Yolda, konuşuyorlar kendi aralarında ama daha önce benimle konuşmadığı bir tarzda.

‘Ayıktın mı, bro, birader, şeker attım geçenlerde, kıyak oğlum kafası, abi hatun düşürdüm…’ gibi yakalamaya çalıştığım sözcükler geçiyor daldan dala konan

konuşmaların içerisinde. Ama yine de konuşmaların yüzde 80’i yok!..

Yıldırım’a geldik.

Bana yol tarif edilmeye başlandı.

“Abi, gir sağdan… Çaprazdan geç, sola dön, turuncu evi gördün mü onu geçince dur. Bizi ilerdeki evin önünde bekle.”

Beyazıt Mahallesi’ndeyiz.

Derme çatma, gecekonduların içerisindeyiz. Sağım, solum ıssız. Sıvası yapılmamış evler var. Birbirine girmiş, birbirinden bağımsız.

Biri de evinin çatısını demir profillerle yükseltmiş yeni kat çıkıyor, zaten kendisinin olmayan arsadaki evinin üzerine.

Bir anda kapılar açıldı, dört bir taraftan.

Allah kahretsin, neden kilitlemedim ki kapıları… Derin düşüncelere daldığım anda açılan kapılar bir anda irkilmemi sağladı. Neyse ki, bizimkilerdi.

Çıkalım buradan dedi, çocukluk arkadaşım.

Yolu tarif etmeye başladı tekrar…

Bir an önce kurtulmak istediğim mahalleden ayrılıyorduk artık. Düşüncesi bile içimdeki sıkıntıyı gidermeye yetti. Bu sırada arkasında döndü, “Ekipler aşağıda mıdır, yukarıdan uçalım bence” dedi. Arkadakilerden ses gelmedi ama başlarıyla onayladığını tahmin ediyordum.

Dar sokaklar arasında zikzaklar çizerek ilerledim.

Sonunda caddeye çıkabildim.

Emirsultan’ın oradan ilerledik. Bu sırada cebindeki paketlerden 2 dal sigara çıkardı. Ufak bir dil darbesiyle, içindeki tütünü önlerindeki kağıda boşalttılar. Bir poşetteki otu da içine harman ettiler. Bir yaprak alıp harmanladıkları büyük bir itinayla doldurup sarmaya başladılar.

“Benimki, ikilik oldu. Ben üçlü yaptım” gibi cümleler uçuşmaya başladı. Teleferik’e kadar çıkmıştım bu sırada.

Beni Zeyniler yoluna soktular.

İlk defa geliyorum bu yola…

Olabildiğince dik, virajlı ve bir o kadar da bozuk!

Arabanın altı zaten çok alçak olduğu için aşırı derecede zorlanıyorum.

Issız bir noktada durduk.

Dışarı çıktım…

Koskoca Bursa ovasının parıldayan ışıkları gözlerimi almaya başladı. Muhteşem bir manzarayla karşı karşıya kalmıştım.

Tam da temiz havayı ciğerlerime çekmeye çalıştığım sırada iğrenç bir koku geldi burnuma.

Sardıkları yaprakları yakmışlar!

Bir fırt çeken, yanındakine veriyor. Birkaç tur sonra benim içmediğim anlaşıldı, daha önce sadece bir kez tokalaştığım ellerin sahipleri tarafından. Üzerime yürümeye başladılar, can dostum-çocukluk arkadaşım geçti önlerine.

Bir anda gerilen ortam bir anda unutuldu. Bir daha bana uzatmadılar.

Üşümeye başlamıştık artık. Arabaya tekrar bindik ama o an pişman oldum!..

Havasının soğuk olmasıyla duman kendine çıkacak yer bulamıyordu. Israrla açmadılar camları her tarafa koku siniyordu artık. Ve artık kendimden bile iğrenmeye başlamıştım. Her ne kadar soğuk olsa da dışarıda beklemeyi tercih ettim.

Bir müddet sonra attılar ellerindeki pisliği. Fakat o anda yenisi yapılmaya başlandı. Bu sırada arkadaşım da sanki günlerdir susuz kalmış gibi kuruyan boğazını suyla doldurdu. Şişe ona lazımmış.

Yeniden o iğrenç kokunun içine düşüyordum. Arabanın arkasında parıldayan, parlak ışıkları gördüm!..

Jandarma, silahlarını üstümüze doğrulttu.

Bizi arabadan çıkarttı.

Buram buram kokan babamın arabasının her tarafını aramaya başladı. Gerçi koltuktaki poşeti bulmuştu zaten ama zulada var mı diye bakıyordu.

Kelepçelenerek bindik jandarma aracının kasasına!..

Karakola götürüldük.

Kimse yalan söylemedi. Ben de dahil hepimizin verdiği ifadede her şeyi olduğu gibi anlattık.

Tabi bu sorgu sabaha kadar sürdü.

Ama her defasında doğruları söylediğimiz için artık onlar da bize inanmaya başladı.

Nezarethaneden elimi kolumu sallaya sallaya çıkacağımı sanıyordum. Sonuçta ben o salakça maddeyi içip beynimi zehirlemiyordum.

Meğer, asıl suç içmekte değilmiş, içilmesine olanak sağlamakmış…

Yani, bu mereti içenler elini kolunu sallayarak çıkarken karakoldan ben kelepçelerle adliyeye götürülmek için yola çıkartılmıştım…

Yol boyunca son 24 saatim gözlerimin önünden film şeridi gibi geçti.

Oysa ben, okuduğum üniversiteden ailemin yanına sürpriz yapmak için gelmiştim. Beni gördüklerinde sevinecekler, hatta şaşıracaklardı. Şimdi ise dört duvar arasına götürülüyorum, kollarıma giren jandarmalarla beraber.

Hakimin soruları kulaklarımda çınlıyor!..

Aracını ve seni gasp ettiler mi?

Hayır!

Seni tehdit ederek mi götürdüler?

Hayır!

Sana zorla bir şey yaptırdılar mı?

Hayır!

Yani ben aslında her şeyi isteyerek yapmıştım…