Bir zamanlar dijital dünya, bilgiye ulaşmanın hızlı ve özgür bir yolu olarak alkışlanıyordu. Şimdi ise bu aynı dünya, zihnimizi körelten, çürüten içeriklerle dolu bir bataklığa dönüşmüş durumda. Oxford’un 2024 “Yılın Kelimesi” olarak ‘Brain Rot’ (beyin çürümesi) kelimesinin seçilmesi, bu dönüşümün en çarpıcı özetlerinden biri.
‘Brain rot’ ya da Türkçe tercümesiyle ‘beyin çürümesi’, zihinsel veya entelektüel durumumuzun, özellikle önemsiz ve zayıf uyaranlarla aşırı meşgul edilmesini, kalitesiz bilgiyle zihni doldurup ve bunun sonucunda bozulmasını ifade ediyor. Sosyal medyada düşük kaliteli içeriklerin aşırı ve yoğun tüketimi ile zihinsel bulanıklık, enerji kaybı, odaklanma zorluğu ve bilişsel işlevlerde gerileme durumunu tanımlamak için kullanılıyor. TikTok’ta bitmeyen sonsuz kaydırmalar, Instagram’daki hikâyeler ve yapay zeka tarafından yönetilen videolar… Hepsi beynimizin derinliklerinde bir iz bırakıyor. Ama bu iz, bilgiyle ya da düşünceyle ilgili değil, bir tür yorgunlukla dolu.
Eskiden bir kitabın sayfalarına dalmak ya da sinemada uzun bir filme kendini kaptırmak, zihinsel ve keyif veren bir yolculuktu. Şimdi ise bu tür faaliyetler giderek tahammül edilemez hale geliyor. Çünkü kısa videolar beynimize sürekli ve hızlı dopamin salınımı sağlıyor. Düşünmek, derinleşmek yerine, hızlıca “tüketmeyi” öğretiyor. Bir parmak hareketiyle ekrandan ‘kaydırma’ işlemini artık üç yaşındaki çocuklar bile biliyor.
Dozaj kültürü, zihinlerimizi anlık uyarıcılarla doldururken, derin düşünmeyi, sabretmeyi ve odaklanmayı elimizden alıyor. Bir kitabı okumak ya da uzun bir sinema filmine vakit ayırmak artık eski bir alışkanlık gibi görünüyor. Düşünün, son kez ne zaman bir kitapta kaybolup zamanın nasıl geçtiğini unuttunuz? Bu kültür, Türkiye’de de her geçen gün daha fazla etkisini gösteriyor. YouTube’un 10 dakikalık içerikleri bile artık uzun sayılıyor. 140 karakterlik tweet’ler bile dikkat süremizi aşabiliyor. İki paragraftan uzun gönderiler gereksiz ve sıkıcı.
Belki de çözüm, dijital tüketimi bilinçli bir şekilde yönetmekten geçiyor. Bu sadece sosyal medya kullanımını azaltmak değil, içerik seçiminde de özenli davranmayı gerektiriyor. Çünkü beynimiz, değerli olanı öğrenmek ve derinleşmek için var. Sürekli tüketmek için değil. Kendimize şu soruyu sormamız gerekiyor: “Zihnimize yatırım mı yapıyoruz, yoksa onu tüketiyor muyuz?” Hakkımızda topladıkları verilerle ekranlarda geçirdiğimiz süreyi artırmak için algoritmalarını buna göre düzenleyen devasa sosyal medya firmalarına karşı kişisel olarak yapabileceklerimiz sınırlı, ancak kolektif olarak bu kalitesiz boş içerikleri tüketmeyerek bu şirketleri dizginlemek mümkün olabilir. Dozaj kültürünün etkisinden sıyrılanlar, bu dijital dalganın arasında kaybolmadan yolunu bulabilir. Ama bu dijital esaretten kurtulabilmek için, sadece bireysel bir çaba yetmiyor, toplumsal bir uyanış da gerekiyor. Okumayan, okuduğunu anlamayan zombi bir topluma evrilmemek için zihinsel farkındalığı yeniden inşa etmek, algoritmaların manipülasyonuna karşı bilinçli bir dijital diyet uygulamak zorundayız.