Ameliyathaneden sendikal mücadeleye: ‘Birlikte olmanın ruhu’

Ameliyathane hemşireliğiyle geçen 24 yıllık kariyerinin yanı sıra sendikal örgütlenme mücadelesinde de ön saflarda yer alan Figen Solmaz Opsar, dayanışma ruhuyla dolu bir hak arayışı öyküsü anlatıyor. Opsar, hem sağlık çalışanlarının emek mücadelesini hem de insana dair bilincin gelişimini deneyimleriyle irdeliyor.

Ameliyathaneden sendikal mücadeleye: ‘Birlikte olmanın ruhu’
Yayınlama: 07.02.2025
A+
A-

Figen Solmaz Opsar, 24 yıl boyunca kamuda ameliyathane hemşireliği yaptı. Meslek hayatının son 10 yılında ise ameliyathanede sorumlu hemşirelik görevini üstlendi. Şu anda bir özel sağlık kuruluşunda kalite yöneticisi olarak çalışma hayatına devam ediyor. Ancak onun hikâyesi sadece bir meslek hikâyesi değil, aynı zamanda bir hak mücadelesinin öyküsü.

Yolculuğu, 1984 yılında Ankara Yolu üzerinde bulunan Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi binasında başladı. O dönem, 12 Eylül darbesinin ardından örgütlenmelerin önünün kapandığı, hak mücadelesinin yeniden canlanmaya çalıştığı bir dönemdi. Opsar, bu koşullarda birkaç meslektaşıyla birlikte sendikal çalışmalara adım attı. “Biz ne yapabiliriz?” sorusuyla başlayan bu süreç, ev toplantılarıyla devam etti.

Eğitim Sen ve Tarım Sen’den destek alan Opsar ve arkadaşları, sağlık çalışanlarını bir araya getirerek Tüm Sağlık Sen’i kurdular. Tüm Sağlık Sen, ilk kurulduğu zaman Kamu Çalışanları Sendikaları Platformuyla birlikte hareket etti. Daha sonra bu örgütlülük Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) adıyla devam etti. Opsar, bu dönemde Uludağ Üniversitesi’nde iş yeri temsilciliği yaparak sendikal faaliyetin çekirdeğinde yer aldı.

‘EN ÖNEMLİSİ HAKLILIĞIMIZI BİLMEK’

1980’lerin sonlarında, sendikal mücadelenin temelini oluşturmak kolay değildi. Opsar’a göre insanlara önce güven vermek gerekiyordu: “Önemli olan insanlarda güveni kazanabilmek için önce kişisel güveni kazanmak bana göre. Kendi bulunduğumuz çalışma ortamındaki işe bakışımız, iş ilişkileri içerisindeki yaklaşımımız, bunların hepsi doğal olarak bir örgütlenmede etkili. Önce insan karşısındakine güvenecek ki onun söylediği sözlere de güvensin. Ya da onun peşinden gidebilsin. Bunun yanı sıra en önemli durum haklılığımızı bilmek. Haklarımızı bilmek. Emeğimizle çalışan insanlarız. Herkes farkındaki daha iyi koşullarda çalışmalıyız, daha iyi hayat koşullarına sahip olmalıyız. Bütün bunlar hepimizin ortak sorunuydu.”

Sağlık çalışanı olmanın örgütlenme mücadelesinde bir dezavantaj olduğunu söyleyen Opsar, “İnsanları sağlık sektöründeyken iş bırakmaya ya da eyleme götürmeye ikna etmek biraz sıkıntılı. Haklılığımız bizim en öncelikli fırsatımızdı. Küçük kazanımlarla da süreç etkili oldu” sözlerinin ardından mücadelenin kazanım hikayesini paylaştı. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Görükle Yerleşkesindeki üniversite kampüsüne taşındıktan sonra personel servisleri kaldırılıyor. Üniversite kampüsü o dönem şehrin dışında kalıyordu. Çalışanlar için zamanında iş yerinde olmak, zamanında sağlık hizmetini başlatabilmek zor oluyordu. Yapılan eylemlerin katılanı da çok oldu. Opsar, bu durumu, “İnsanlar içinde hissettikleri zaman sorunu daha çabuk sahipleniyorlar” sözleriyle yorumluyor. Etkili bir sonuç alındı, servisler yeniden konuldu. Fakat eylemlerden dolayı cezalar da kesilmişti: “O dönemde iş bırakmalardan, eylemlerden dolayı görev yeri değişenler oldu, döner sermayeden para kesme cezaları yaşadık. Bir arkadaşımız para kesme cezasından sonra demişti ki; ‘Madem hakkımız için yürüdük. Parasıyla ise tekrar yürürüz.’ O cümle beni pozitif etkilemişti. Espriyle söylenen bir cümle olsa bile insanların haklı olduklarında birçok şeyi göze alabileceklerini, katlamaya değer bulabileceklerinin ifadesi.”

‘O RUHU ŞU ANDA GÖREMİYORUM’

O dönemin üzerinden en az 20 yıl geçmesine rağmen sağlık alanında mücadeleler halen daha sürüyor. Opsar, günümüzdeki mücadeleleri, “Gözlemlerimize göre o dönemdeki o mücadele ruhunu çok göremiyorum. Daha iyi mücadele alanları genişletilmesi gerekirdi. O ruhu şu anda göremiyorum ya da yeterince yansıtılamıyor” sözleriyle değerlendiriyor.

O dönemde Tabip Odasıyla birlikte sağlık çalışanlarının birlikte yürüttükleri beyaz eylemler, iş bırakmalar olurdu. Son dönemde de bu tür eylemler yapılıyor. Sonuç alabilmenin önemine değinen Opsar, “Mevcut siyasi iktidarın da yaklaşımı önemli. Bazı kazançları elde etmeyince insanların umutları yıkılıyor. Mücadele gücü azalıyor” diyor.

KÖPEKLERDE BÖBREK, DOMUZLARDA KARACİĞER NAKLİ

“O dönemde meslekte de kendimizi var etmeye, tutundurmaya çalıştığımız zamanlar” diyen Opsar, organ nakilleri üzerine yapılan ilk çalışmalarda yer aldı. Sağlık alanındaki çalışmaları Opsar’dan dinleyelim:

“Hemşirelik derneğindeki mesleki örgütlülüğümüzü güçlendirme çabalarımız da olurdu. Bu anlamda dernekle ortak çalışmalar da yürüttük. Ankara’da eylemlere gittik. Ameliyathane hemşiresi olduğum için tıp alanındaki gelişmelerin de içindeydim. Genel cerrahi ameliyat hemşiresiydim. O dönemde organ nakli ameliyatları için çalışmalar yürütülüyordu. Prof. Dr. Halil Bilgen Hocamızın çalışmalarının içerisinde yer alarak köpeklerde böbrek nakilleri, domuzlarda karaciğer nakilleri çalışmalarını yürüttük. 90 yılındaydı sanırım, Bursa’daki ilk böbrek nakli ameliyatının hemşiresiydim. O da bambaşka bir mücadele. Bir canlıyı yaşatmaya yönelik… Hayvan deneylerinde yaptığımız çalışmalar da bile onu hayatta tutabilmek için verilen mücadeleye şahit oluyorsunuz.”

İLK BİBER GAZI VE DAYANIŞMA RUHU

Opsar, meslek hayatı boyunca eylemliliklerin ve mücadelenin insanların kişisel ve mesleki gelişiminde çok etkili olduğunu vurguluyor. Opsar, “Bir örgütlenme kültürünün gelişmesiyle beraber biz sağlık çalışanı olarak insanın haklarının da farkında olarak onu da korumaya çalıştık. Kişilik yapılarımızı da geliştiren bir süreç oldu bu aynı zamanda. Örgütlü mücadele, başka kamu çalışanlarıyla birlikte hareket edebilmek, ortak bir paylaşımda buluşabilmek, o ruhu hissetmek insanın hem kişiliğini geliştiriyor hem kendi mesleğindeki bilincine bakışını geliştiriyor” diyor. Ankara’daki bir eylemde ilk kez biber gazıyla tanışmasını, o kaotik anları ve dayanışma ruhunu unutamıyor. O eylemden bir anıyı şöyle anlatıyor Opsar:

“Ankara’daki eylemlerimizden birinde ilk biber gazıyla tanıştık. Ne olduğunu anlayamadık. Bir koşuşturmaca oldu. KESK’in bir eylemi olduğu için Eğitim Sen’liler de vardı. Hep beraber koşuyoruz. Koşarken Eğitim Sen’li abilerden bir tanesi çok yoruldu. Hemen onun arkasında bir polis memuru. Eğitim Sen’li abimiz polisi durdurmuş, ‘Kardeşim yoruldum, git başkalarının peşinden koş’ demiş. Eylemlikle ilgili bu anıyı unutmam. İnsanların birlikte olmaktan duyduğu ruhu, coşkuyu, o dönemki söylediğimiz şarkıları, türküleri… Yeniden duyduğumuzda canlanan şeyler. Eyleme, basın açıklamasına giderken neyle karşılaşacağımızı bilmediğimiz için kendimizi koruma çabalarımız. Ama buna rağmen o cesareti gösterebiliyor olmamız nedeniyle kendi kendimi de bu anlamda takdirle karşılıyorum.”

Figen Hanım’ın hikâyesi, sadece bir meslek öyküsü değil; aynı zamanda dayanışmanın, hak arayışının ve insana dair bilincin gelişmesinin de bir öyküsü. Geçen zamanla birlikte sendikal mücadelenin şu anki durumu üzerine de değerlendirmeler yapıyor: “Örgütlenme mücadelesini ilk başlattığımız zamanlarda biz bu hakkı almaya çalışıyorduk. Uluslararası sözleşmeler, İLO, Anayasal hakkımız olduğu halde bu bize tanınmamıştı. Biz bu örgütlenmeyle ilgili başarıları elde ettik aslında o dönemlerde. Sendikal mücadele tanındı, yasal düzlemde yerini aldı. Her ne kadar fiili olarak belli zamanlarda işletilmesinde gözaltılar olsa da ama şu anda bütün bunlar alınmış olmasına, arkadaki yasal dayanakların elde edilmiş olmasına rağmen şu dönemdeki mücadele çok daha ivme kazanmalıydı.”